(Adını anmayı Meclis’e ve topluma saygısızlık olarak gördüğüm) Bir insanın, anlamını ve değerini bilmediği, öğrenmek istemediği, yok saydığı, içselleştirmediği, toplumun bağımsızlık ve özgürlüklerini kazanmak için başlattığı mücadelede kurduğu bir örgütün başına getirilmesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün sandalyesine oturtulması, bu ulusun “ihanet” gibi yaşadığı büyük bir talihsizlikti.

“Savaşmadık, vuruşmadık, kurşun atmadık; ortada kurtuluş-murtuluş yok.” diyecek kadar densizleştiler. Mondros’u, Sevr’i, Anadolu’nun işgalini görmezlikten geldiler. Fethi-Kurtuluşu “dar-ül harpten dar-ül İslam’a geçiş” olarak gördüler. İslam’ın siyasi egemenliğini kabul eden, Arap Emperyalizmine tutsak kafalara “vatanın, milletin, bir lokma ekmeğin, bir yudum su kadar, bir yudum nefes kadar aziz olduğunu; bağımsızlığın, özgürlüğün kutsallığını” nasıl anlatacaksınız?

Onlar kendilerini bu milletten saymıyorlar, bu milletin acılarını, sevinçlerini paylaşmıyorlar; bayramlarını kutlamıyorlar. Onlar, “keşke Yunan kazansaydı da Halifelik, Saltanat yerinde dursaydı” diyecek kadar esareti, işgali, sömürüyü isteyen ve bu toplumla sorunu olan hainlerdir. İngilizlerle göz göre göre işbirliğine gittiler. “Kuva-yı Milliye kazanmasın” diye karşısına, “İngiliz saflarında yer alan “Kuva-yı İnzibatiye’yi kurdular.” Kurtuluş Savaşı sürerken karışıklıkları-isyanları sular seller gibi paralar akıtarak çıkarttılar. Askerlerin ulusal güçlere katılmasını engellediler; “Yunanlar misafirimizdir” diyecek kadar küçülerek bildiriler yazıp “Yunan uçaklarıyla” halka dağıttılar. Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam fermanı çıkardılar. Bunlara Atatürk’ü, bunlara Kurtul Savaşı’nı, bağımsızlığı, özgürlüğü, insanca yaşamayı, bunlara Cumhuriyet’i, devrimleri, çağdaşlığı, aklı, bilimi, sanayileşmeyi, eğitimi-öğretimi, kalkınmayı anlatamazsınız. Bunlar, beyinlerine beton dökülmüş insanlardır.

Masa, sandalye, mevki insana değer kazandırmaz. O mevkiyi, o makamı, o masayı, o sandalyeyi değerlendirip yüceltecek ve saygın kılacak olan insandır. İnsanın değeri kadar o makam, o masa, o sandalye değer kazanır, yücelir, saygı görür. Ne var ki, Türkiye’de yanlış adamlar, yanlış sandalyelerde, yanlış masalarda ve yanlış makamlarda oturuyorlar.

O zat, “istiklal-bağımsızlık, özgürlük-işgalden-sömürüden kurtulmak-ahlaka-namusa-vatana-millete sahip çıkmak-yaşanan kara günleri arkada bırakmak” için kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni benimsemiyor ve istemiyor. O meclis ki, KURTULUŞUN simgesidir. Dürüstse neden o sandalyede oturuyordu? Oysa o Meclis köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir bu toprakları işgalden kurtardı.

İzmir’in işgaliyle, Hasan Tahsin’in Yunan askerleri üzerine sıktığı kurşunlarla Kurtuluş Savaşı başladı; 9 Eylül’de İzmir’e giren süvari birliğinden Yüzbaşı Şerafettin Bey’in Türk Bayrağı’nı Hükümet Konağına çekişiyle son buldu.

Samsun’a ayak basış İzmir’de çekilen tetikti. Havza ve Amasya genelgesinde anlamını buldu, amacına kilitlendi. Erzurum’da, Sivas’ta yapılan kongrelerle tüm dünyaya duyuruldu. Tam bağımsızlık için “ya istiklal ya ölüm” inancında ve düşüncesinde olanlar bir bir Anadolu’ya, “güneşin doğduğu yere” geçtiler.

“Vuruşmadık, savaşmadık, kurşun atmadık” diyorlar ya, Mondros’la gelen işgali, Ege’yi, İzmir’i, Aydın’ı, Manisa’yı, Söke’yi, Bursa’yı görmediler; Antalya’yı, Adana’yı, Antep’i Maraş’ı anlamadılar, bilmediler, yaşanılanları duymadılar, hissetmediler; kurulacak olan Tırabzon Pontus Rum devletini, Ermenistan’ı, Kürdistan’ı hiç akıl etmediler; onların gözleri kör, kulakları sağır, yürekleri taş, beyinleri beton dökülmüş utanç abideleridir.

Birinci ve İkinci İnönü savaşlarını, Sakarya’yı, Dumlupınar’ı, Kocatepe’yi / Büyük Taarruzu-Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni-Ordulara Akdeniz’in hedef gösterilişini hiç anlamadılar. “Tarihi öğretmiyorlar” diyor da kendisi öğrenmek istiyor mu acaba? Örneğin, NUTUK’tan başlayabilir, sıkıldığında Dağlarca’dan Elif’in Kağnısı’nı, Tınaz Tepe’yi, Nazım’dan Kurtuluş Savaşı Destanı’nı okuyabilir, yüreği varsa tabi…

Kafasında sorular uyanırsa, “fetih” sözcüğün Arapça kökenli, “bir şehir veya ülkeyi düşman elinden savaşarak almak” anlamına geldiğini, sosyolojik olarak da fethin, “bir siyasal toplumun, bir başkasını, güç kullanarak egemenliği ya da denetimi altına almak, ekonomik yönden sömürmek” anlamına geldiğini öğrenir kanısındayım. Tabi kafasındaki soruları yanıtlamak isterse… Sömürüyü öğrenirse, hayalleri, inançları sarsılır; yalanları, sahtelikleri, bilim dışılıkları dökülür mü sonbahar yaprakları gibi, gerçeklerle yüzleşebilir mi?

“Kurtuluş murtuluş yok” diyordu ya, ben yine de KURTULUŞU yazayım: “Misak-ı Milli sınırları içindeki Türk topraklarının düşman işgalinden kurtarılması, bağımsızlığa, özgürlüğe kavuşturulması ve Cumhuriyet’in kurulmasıdır. Bu olanak Mudanya Mütarekesi ile başladı, Lozan’la taçlandı.

Kurtuluş Savaşı, (15 Mayıs) İzmir’e kabus gibi çöken işgalle namlunun ucundan çıkan kurşun oldu. Hasan Tahsin’le, (9 Eylül) İzmir’de çiçekler açtı Anadolu’da doğan güneşle. Mondros da, Sevr de çöplüğünde kaldı tarihin.

Daha dün gibiydi / doludizgin koşan süvarilerin nal sesleri / özgürlüğün gözyaşları / Aradan yüzyıl geçti / yüz binlerin şarkıları-türküleri dolduruyordu sahili.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…