Üstün Dökmen'in “Ladesçi” romanının kahramanı Cemil lades oynamayı çok sever. Bu davranışı ona Ladesçi denmesine neden olmuştur. Aslında toplumda herkesin bir ladesçilik yanı olduğu Cemil üstünden (Üstün) ifade edilir.

Yine kitapta eski balıkçıların hangi balığın hangi mevsimde nerede bulunduğunu gösteren “kerteriz defteri” yazdıklarından bahsedilir.

Bu bilgilerden hareketle bugünün siyasi aktörlerinin adeta bir ladesçi olduğunu düşündürmüyor mu bize. Yalnız bu siyasi ladesçilerin bazılarının kerteriz defteri tutmadıkları da çok açık. Ama ellerinde bir kerteriz defteri var. Bu defter onların özlerinin tuttuğu değil yad ellerin ellerine tutuşturduğu bir defter. Kimdir bunlar, adresi de siz bulun!

Yine bizim siyasilerin tutumlarına referans olacak bir eser daha var. O da Cengiz Aytmatov'un “Gün Olur Asra Bedel” kitabıdır. Bu romanda temiz aşklardan, efsanelerden ve masallardan, KGB'nin acımasız uygulamalarından bahsedilirken insanlarımızı “mankurt” olmaktan kurtaralım mesajı da ihmal edilmemektedir.

Halkımız; temiz aşkları, efsaneleri ve masalları temsil ederken toplum gerçeklerinden kopuk, onları kendi dar cenderesinde kendine hizmet edecek varlıklar olarak gören, yine onlara “makarnacılar” sıfatı takanları mankurt başı görmek sizce makul değil mi? Yine adresi siz bulacaksınız, zira ben hiçbir kapıya çarpı atamam.

Siyasi atmosferimize referans olacak diğer bir eser Nihal Atsız'ın “Deli Kurt” romanıdır. Bu eser Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayazıd'dan sonra 'şehzadeler kavgası' denen bir devrin tarihi romanıdır. Yıldırım'ın oğullarının hayat ve taht mücadelesi anlatılırken bu oğullardan en az bilineni İsa Celebi'dir. İsa Çelebi'nin oğlu ise Deli Kurt olarak atlatılan kişidir. Onun hayat dramı sonraki şehzadelerin de hayat dramı olacaktır.

Bugün hiçbir etik kurala bağlı olmadan verilen iktidar savaşından izler taşır bu eser. Yalanın dolanın gırla gittiği ve yayıldığı, yerli ve milli isnatların yıkıldığı bir atmosfer bugün size hangi adresi işaret ediyor?

Bu numuneler yetmediyse bir de Nihat Sami Banarlı'nın “Türkçenin Sırları” kitabına bir göz atalım: “Bir dilin kelimelerini hor görmek, hakir görmek, hele şu veya bu politik ve ideolojik sebeple dilden atılabilir görmek, en az, onların oluş ve yontuluş tarihini bilmemekten, hatta sevmemekten doğan büyük bir gaflettir. Çünkü milletlerin olduğu gibi kelimelerin de tarihi vardır. Bir milletin ataları, asırlarca o kelimelerle doymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve evlatlarını o kelimelerle sevmiş ve bu kelimeleri tamamiyle milli bir sanatla işleyip Türk yapmışsa, evlatları artık o kelimelere düşman kesilemezler.” derken belli adresler gösteriyor. Siz kimin işaret edildiğini iyi bilirsiniz.

Profesör Muharrem Ergin “Orhun Abideleri” kitabında Bilge Kağan Abidesi'nin hemen girişinde “Türk halk kitlesi şöyle demiş: Devletli millet idim devletim şimdi hani, hangi devlet için çalışıyorum? Hani kağanım vardı şimdi nerde? Bunları deyip Çin'e düşman olmuş” İşte bunları diyemeyen adreslerden bahsediyorum. Nasıl ki beğenmeyip yıkılan devleti harıl harıl arayan bir örnek gerçekken, bugün de yıkmak için çalışan adresler var. Bunlar da gerçek. Ama adresi bulmak size ait.

Son olarak Oktay Sinanoğlu'nun “Bye Bye Türkçe” kitabından küçük bir bölümle yazımı tamamlıyorum. Kitabın 174'üncü sayfasında “Solcular ‘emperyalizm’e karşı olduklarını söylerlerdi. (Ama onların devrinde) ders kitapları direkt İngiltere'den ithal edilir oldu. Hiçbir ülke yabancı dille eğitim yoluyla ilerlemedi. Oynanan oyun Türkiye'yi hızla Uganda ve Filipinler düzeyine taşımaktır.” Bu sözler eğitim dilini bir zamanlar Anadolu liselerinde İngilizce yapanların ağırlıkla sol adreslerde güneşlendiklerini gösteriyor. Bu adresi ben değil Oktay Sinanoğlu gösterdi. Hakiki bir adres mi sahte bir adres mi onu da siz bulun.