Giriştiğimiz her işin/uğraşın daha ilk basamağında "başaramazsam..." kuşkusu kimilerimizin içine bir güve gibi siniyor/gizleniyor.

Bir içgüven kuşkusu... Bir kararsızlık...

Bir tür hastalığımız bu...

Yaşamın her döneminde yeterli bilgi ve deneyimi kazanmadan "heves" peşinde koşup; vardığımız noktada elimize verilen karnelerin zayıflarla dolu olduğunu görmek de aklımızı başımıza getirmiyor.

Böyle durumların savunulacak bir tarafı olmadığını biliriz ve yine de en kolay çıkılan "mazeret ağacı"na tırmanmayı hüner sayarız kendimize:

"-Aslında ben hiç böyle olacağı aklıma gelmemişti de..."

"-Ama bunda benim kabahatim ne?"

"-Sanki ben böyle olsun mu istedim." şeklinde savunuda bulunmanın  avuntusuna katılırken, başkalarının "Bir çuval inciri berbat etti" eleştirisini de kulak ardı ederiz hep.

Kulağımız; işimize gelmeyen işi/eleştiriyi duymaz.

Hepimiz böyle değiliz elbet.

Değiliz elbet de; toplumsal yaşamımızdaki siyasal olayların kahramanı(!) kimi kişileri üstlendikleri görevlerde ufak da olsa bir başarıya imza attıklarında "böbürlenme hastalığı"ına yakalandıklarını sağduyu sahibi kişiler biliyor/görüyor/yaşıyorlar.

Bu konuda "Pireyi deve yapar" hastalıklı anlayışın; toplumsal bir hastalığımız olduğunun farkında bile değiliz herhalde.

***

Toplumsal yaşamın siyaset cephesinde;  kültür/bilim/sanat/düşünü egemenliği sağlayamamış olmanın sunucudur bu manzara.

Tıpkı ülkemizde olduğu gibi...

Yaşamın ağırlıklı bilim/kültür/sanat olgusu; siyaset alanına -bilerek/bilmeyerek- transfer edilmediği/davet edilmediği için "siyaset dünyamız" da bu alanda zayıf not almaya devam ediyor.

Devam edeceği konusunda da kuşkular/korkular var görünürde.

Çıkış noktası mı?

Bir ülkede siyaset terazisinin doğru tartması, siyaset nabzının sağlıklı atması için "siyaset yapan kadrolar"ın; toplumsal yaşama renk katan, yaşam veren bilim/sanat/kültür alanlarından gelecek temsilci sayısının  artırmalarıyla olacağını  bilmemiz gerekir.

Bunun sıkıntısını, yarattığı sorunların acısını çeken pek çok ulus var dünyamızda...

Toplum olarak bundan biz de olumsuzluk adına pay alıyoruz.

***

"Biz bize benzeriz" diye övündüğümüz alanlarda/konularda kanat takıp uçasımız gelir hep..

Ama...

Başaramadığımız/becermediğimiz her konuda/işimizde;  bir bahane yaratmayı "mazeret ağacı"na çıkarak gidermeye/telafi etmeye çalışırız hep.

Bu huyumuz "Biz bize benzeriz" özelliğimize yakışmıyor doğrusu...

***

Başarısız mı olduk? Varsın olsun, mazeret ağacımız var, der avunuruz...

Amaa... Başkalarının "Ağzına burnuna bulaştırdı" eleştirilerine kulaklarımızı tıkama eylemimize kim anlam verecek?