“Ne istenirse verilir” müjdesinin “adrese tesliminin” kamu spotu niteliğindeki tebliğinin ardından! Üniversitelerimizin, proje ortaklarınca! boş bırakılıp payına düşenden! Yoksun bırakılacağı düşünülemezdi zaten…

                Nitekim öyle de oldu. Kimi tarikat ve cemaatler darül-harp deyip verilenle yetinirken, daha, daha taleplerde bulunan malum yapıların!, kolaylaştırıcılar eliyle ülkeyi taşıdıkları içler acısı durum sanırım artık mızrak misali çuvala dahi sığmamaktadır.

                Son olarak Osmangazi Üniversitesi kampüsünde dört akademisyenin hunharca katledilmesi, Kanun Hükmündeki Kararnamelerle özendirilen muhbirlik mesleğinin ve ceza yasamızdaki değişiklikle de anında İnfaz yetkilendirmesinin! geldiği son noktadır.

                Daha önce Devlet Bursuyla gönderildiği yurtdışındaki çalıştığı Üniversiteden kovulmuş, ama ne hikmetse bursu kesilmemiş, hakkında açılan fetö soruşturmasından bir biçimiyle yırtıp! Bu kez bizzat kendisi… fetö’cu diye yüzlerce masum insanı ihbar edip, onlarcasına fiili ve sözlü saldırıda bulunmuş, ama hakkındaki şikayet dilekçeleri rektörlükçe sümen altı edilip bir de ruhsatlı silahla ödüllendirilmiş bu elemanın, zaten bir tetiğe basmadığı kalmıştı…

                Tetikçinin meşum emeline ulaşmasının ardından, Osmangazi Üniversitesi Rektörünün, sanki suçluların telaşı içinde; “şahsın görevlendirilmesi YÖK’ün 35.Madesi gereğince yapılmıştır. Şikayetler üzerine hakkında idari takibat yapılmaktadır” savunmasına sığınması… Ölümden kıl payı kurtulan Fakülte Dekanının “ Akli dengesi yerinde olmayan biri” ifadesiyle “meczup” yaratma gayreti! ve Vali beyin “olayın farklı mecralara çekilmemesi” çıkarsamasıyla uyarısı, durumun ciddiyetinin ve Üniversitelerimizin içine düştüğü durum ve hangi basiretsiz ellere emanet edildiğinin hazin bir göstergesidir.

                Kaldı ki, Doğramacının isim babası olduğu, düzmece halk oylamasından bile önce, MGK tarafından 1981 yılında oylanıp bağıtlanan… 12.Eylül’ün gayrimeşru çocuğu YÖK’e ve 5347 sayılı Yükseköğretim Kanununun 35.nci maddesi:

                “Yükseköğretim Kurumları, kendilerinin ve yeni kurulmuş veya kurulacak diğer yüksek öğretim kurumlarının ihtiyaçları için yurt içinde ve yurt dışında, Kalkınma Planı ilke ve hedeflerine ve Yüksek Öğretim Kurulunun belirleyeceği ihtiyaca ve esaslara göre öğretim elemanı yetiştirirler.

                Ek fıkralar: 17/8/1983- 2880/18 md. Öğretim elemanı yetiştirilmesi amacıyla Üniversitelerin araştırma görevlisi kadroları, araştırma veya doktora çalışmaları yaptırmak üzere başka bir üniversiteye, Yükseköğretim Kurulunca geçici olarak tahsis edilebilir.

                Bu şekilde doktora veya tıpta uzmanlık veya sanatta yeterlik payesi alanlar, bu eğitimin sonunda kadrolarıyla birlikte kendi üniversitelerine dönerler.

                Yurt içi ve dışında yetiştirilen öğretim elemanları, genel hükümlere göre bağlı oldukları yükseköğretim kurumunda mecburi hizmetlerini yerine getirmek zorundadırlar. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlere, yükseköğretim kurumlarında görev verilmez.

                Özel kanunlarla getirilen mecburi hizmet çalışmaları bu hüküm dışındadır.” Der…

                Sürekli dilimizden düşürmediğimiz Demokrasinin olmazsa olmazı ; Söz-Yetki ve Karar süreçlerine” tüm bileşenlerin katılma hakkı gerçekleşmiş olsaydı… yaptıkları, yapacaklarının göstergesi olan bu gözünü karartmış eleman! Bu denli pervasızca bir bilim yuvasında barındırılıp katliamı gerçekleştirebilir miydi sizce?

                Üniversite ve demokrasi birbirine çok yakın işlev ve yapısal ilişkileri çağrıştırmaktadır. Üniversitelerin işlevi özgürce bilim yapmaya yönelik olmalıdır, katliamcıları koruyup-kollamaya değil!  Özgürlük ise demokrasi ile anlam ifade eder ve bilimin yeşermesi özgürlük ve demokrasi ortamında olanaklıdır. Demokratik üniversite demek, çağdaş üniversite demektir. Üniversitenin demokratikleşmesi özerklikle sağlanır.

                Özerklik insanın kendi düşünce ve iradesine göre karar verebilme gücüdür. Başka bir deyişle, özerklik kendi kendini yönetmek yetkisi, hatta hakkıdır.

                Genellikle özerkliği, kurumları siyasi otoritenin etkisinden uzak tutmak ve kendi organları eli ile yönetilmek şeklinde açıklamak eğilimi vardır.

                Üniversitelerin de demokratik ve özgür bir yapıya sahip olması istenir. Çünkü, böyle olmadığı takdirde, bu kurumlarda bilim üretilemez, bilgi teknolojiye dönüştürülemez, teknik bilimselleştirilemez.

                Bilimin üretilmesi, geliştirilmesi eleştiri, hoşgörü, katılım ve denetimin olduğu bir ortamı gerektirir.

                Bilimin temelinde kuşkuculuk yatar. Bilimsel bilginin hazırlayıcısı olarak kuşku, neden, niçin, nasıl sorularına yanıt aramaya sevk eder bilim adamını. Kısaca belirtmek gerekirse “özgürlük ve demokrasi bilimin toprağıdır.”

                Kardeşlik duygularıyla kucaklaşacağımız günler dileklerimle…