Karadeniz’de Sonnokta’nın birkaç gün önce gündeme taşıdığı üzere Trabzon Valiliği Özel Kalem Müdürlüğü tarafından KTÜ Rektörlüğü’ne “Basına Bilgi, Demeç Verme ve Sosyal Medya Kullanımı” konulu bir yazı gönderilmiş. Yazıda Valilik izni olmadan hiçbir kamu personelinin basın açıklaması ve sosyal medya hesaplarından siyasî içerikli paylaşım yapamayacağı uyarısında bulunularak eğer şartlara riayet etmeyen olursa kişi hakkında disiplin işleminin uygulanacağı kesin bir şekilde bildirilmiş.

Trabzon Valisi İsmail Ustaoğlu’nun aslında bütün kamu kurum ve kuruluşlarına gönderdiği bu yazı KTÜ’de bazı akademisyenlerce yanlış anlaşılmış. Muhtemelen rektörlük tarafından fakültelere ve enstitülere gönderilen yazıyı gören kimi akademisyen yazının muhatabının kendileri olduğunu sanıp düşünce ve ifade özgürlüklerinin kısıtlanmaya çalışıldığı zannıyla karara tepki göstermiş.

Oysa Trabzon Valiliği’nin gönderdiği ilgili yazıda kast edilen kamu personeli 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamında bulunan kişilerdir. KTÜ’de de bu kanuna bağlı yaklaşık 3 binin üzerinde idarî personel vardır. Akademik personel ise 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu içerisinde ve YÖK’e bağlı bulunmaktadır. Dolayısıyla Trabzon Valiliği’nin kararı akademisyenleri kapsamamaktadır. Bu yasağın dayanakları ve gerekliliği hukukçuların açıklama getirebileceği mesele olmakla birlikte bir akademisyen olarak farklı noktaya temas etmek istiyoruz.

Ülkemizde aydın kavramından bahsedilince çoğu insanın gözünün önüne yalnızca yazar, şair, sanatçı ve gazeteci kimliklerine sahip kişiler gelmektedir. Hâlbuki üniversite hocaları bu kavramın dâhilinde, dahası merkezindedir. Akademisyenler sahip oldukları bilgi birikimiyle ve etki dereceleriyle devlet, toplum ve güncel meseleler hakkında konuşması, görüş belirtmesi ve yetkililerce dinlenilmesi gereken asıl kişilerdir. Hele de bizim gibi tarihçi iseler tarih bilgisiyle ve bilinciyle gelişmeleri yorumlamak ve açıklamalarda bulunmak milletin vergisiyle aldıkları maaşın bir gereğidir.

Ancak bu demek değildir ki akademisyenler devleti küçük düşürücü, toplumu rencide edici ve kutsal değerlere hakaret edici açıklama yapma hakkına sahiptirler. Nitekim üç yıl kadar önce “Bu suça ortak olmayacağız” adıyla bildiri yayınlayıp terör örgütleriyle mücadele eden Türkiye’yi katliamla suçlayan 1128 akademisyenin yaptığı açıklamanın ne düşünce ve ifade özgürlüğü ne de aydın olmakla ilgisi bulunmaktadır.

Akademisyenin aydınlık vazifesi toplumu ileri seviyeye taşıyacak düşünce sistemine sahip olmak ve bunu eğitim vasıtasıyla genç kuşaklara aktarmaktır. Bunun başlangıcı ise devletini ve milletini sevmekten ve millî değerlerine saygı duymaktan geçmektedir. Bu minvalde hareket edenlerin siyasî iktidarlara ve devlet idarecilerine ters düşse bile düşüncelerini açıkça söylemekten kaçınmaması taşıdıkları sorumluluk gereğidir. Zaten bu sorumluluğunun farkındaki akademisyen aydın sıfatını kazanmaktadır. Şu hakikati de herkes bilmelidir ki en âdil yargıç tarihtir ve tarih böyle aydınların hakkını sonsuza dek muhafaza etmektedir.