Geçen hafta Yunanistan’ın Avrupa Parlamentosu Milletvekili Loannis Lagos Türk bayrağını yırttı.  En hafif tabir ile kişiliksiz, kompleksli, aşağılık bir hareket. Bu tür hareketler kişilerin içinde geliştikleri kültürel ve toplumsal karakterlerinin dışa yansıması olarak değerlendirilebilir. Sosyolojik ve kültürel açıdan bakıp tarih süzgecinden geçirecek olursak bir Yunanlının bu kadar alt seviyede bir davranış göstermesinin şaşılacak bir tarafının olmadığını söyleyebiliriz.

Bu günkü Yunanistan Rusya, İngiltere ve Fransa’nın nüfus ve etki mücadelesi sonucu 3 Şubat 1830 da Londra protokolü ile kuruldu. Bir ulus devlet projesi olarak kurulduğu halde Millet yapısı olmadığı için Yunanistan’ı kuran büyük devletler tepeden inme bir kültürel inşa mecburiyetinde kalmışlardır. Bugün bayrağımızı yırtma terbiyesizliğini gösteren atarlı faşist tosunun atalarının kendilerini eski Yunan medeniyetinin devamı gösterme çabaları sonuçsuz kalmış ve  Akdeniz milletleri karması ve kırması bir topluluk oldukları gerçeği J.P Fallmerayer gibi araştırmacılar tarafından  her zaman yüzlerine tokat gibi çarpılmıştır. Yunanistan kurulduğu tarihten itibaren uzun bir süre Rus, İngiliz ve Fransız partileri tarafından yönetilmiştir. Bu partiler sınıfsal, sosyal veya ideolojik partiler değil kişiler etrafında toplanma şeklinde oluşan ve tamamen dış güçlerin kontrolünde olan kukla partilerdi. Kurulduğu tarihten itibaren sürekli açlık, fakirlik içinde boğuşan Yunanistan batılılar tarafından doyurulan değersiz bir ülke durumundaydı. Bu değersiz ülkenin Krallığını yapabilecek kapasitede bir Yunanlı bulunamadığı için Avrupa hanedan aileleri içinden  Yunanistan’a Kral olacak biri aranmaya başlandı.

Avrupa hanedan mensuplarından hiç kimse Yunanistan Krallığını kabul etmedi.  Bavyera Kralı Ludvig rica minnet ikna edilerek küçük yaştaki oğlu Otto ilk Kralları oldu. Otto tahta çıktığında daha reşit değildi, reşit olana kadar ülkeyi naipler ve Bavyeralı danışmanlar yönetti. Otuz yıl Krallık yapan Ottonun ardından tekrar Yunanistana Kral aranmaya başlandı. Varisi olmaması nedeniyle Otto’nun kardeşlerinden birinin Kral olması gerektiği halde hiçbir kardeşi Yunanistan gibi sefil bir ülkenin Kralı olmayı kabul etmedi. Avrupalı büyük Devletlerin büyük uğraşları sonucu Danimarkalı Glücksburg hanedanından on yedi yaşındaki Prens William George ikna edilerek Kral olarak getirildi ve elli yıl Yunanistanı yönetti.

İngiltere Prens Williamın Yunanistan Kralı olmayı kabul etmesine o kadar sevindi ki yeni Kral’a jest yapıp Ion adalarını Yunanistan’a verdi. Avrupalılar Kralllık tacı bile bu kadar değersiz olan bu karma millete “Grek” ismini verdiler. Latince sözlüklerde “Grek” kelimesinin karşılığı “Fripon, Escroc” yani “hilekar, dolandırıcı, hırsız” olarak geçmektedir ve Fransızca Larousse’da da ikinci dünya savaşı sonuna kadar aynı anlamlar yazılıdır. İkinci Dünya savaşından sonra Yunanlıların ricasıyla bu tanım kaldırılmıştır. Avrupalıların kendilerine layık gördüğü “Grek” kelimesinden rahatsız olan Yunanlılar kendilerine “Hellen” sıfatının kullanılmasını her platformda rica etmektedirler. Halen Yunanistan askerlerine etek giydirip ponponlu patikler ile turistlere gösteri yaptığı turizm anlayışından başka geliri ve sanayisi olmayan, batının fonlarıyla ve verdiği paralarla ayakta durup kendini doyurabilen himmete muhtaç bir devlettir. En önemli gelir kaynakları eski Yunan medeniyetini sahiplenerek batıya şirin görünmek ve onlardan harçlık dilenmektir. 

Tacı tahtı bile çok değersiz olan, Kralı olunması için başka Milletlerin hanedanlarına yalvar yakar ricacı olunan, Akdeniz Milletlerinin kırması bir topluluktan oluşmuş, kendi kültür dünyasında bile hırsız, dolandırıcı sıfatlarına layık görülen bir topluluğun milletvekilinden başka nasıl bir davranış bekleyebilirsiniz? O Yunan milletvekili Yunan milletini tanımlayan batılıları haklı çıkaracak şekilde kendine yakışan hareketi yapmıştır. Şahit olduğumuz olay bir “Grek”in aşağılık kompleksinden kaynaklanan eziklik duygusunun yansıması bir şımarıklıktır. Bizler o ülkeyi ve o topluluğu 400 sene yönetmiş büyük bir ecdadın bakileri, denize döktüğü Yunan ordusunun ardından ayağının altına serilen Yunan bayrağını çiğnemeyip kaldırtacak kadar asil bir komutan olan Mustafa Kemal Atatürk’ün takipçileri, büyük Türk Milleti’nin mensupları olarak asla bu Yunan milletvekili ile aynı seviyede insanlar olamayız. Sonuçta herkes kendi yapısına ve fıtratına uygun davranışları sergiler.

Tam bu noktada üzerinde durulması gereken asıl soru son zamanlarda Yunanlıların bu cesareti nereden aldığı sorusudur. Yakın zamana kadar en büyük kahramanlıkları Türk hava sahasına girip hemen kaçmak olan Yunan pilotlarının, Ege de savaş gemilerimizin gölgesini gördükleri gibi sıvışan Yunan donanmasının, sınırda çocuklarımız çatapat patlatsa korkudan alarma geçen Yunan ordusunun Ege denizindeki adalarımızı işgal edecek cesareti nereden bulduğu, atarlı lümpen bir Yunan Milletvekilinin bayrağımızı yırtma cüretini nasıl gösterebildiği sorusudur.