Aynı olmak, sürekli benzeşmek renksizdir, bezginlik yaratıp yorar insanı… Karşıtlık, farklılık birbirine sürtünen iki kaya parçası gibi kıvılcımlar çıkarır…  Lübnanlı ozan Halil Cibran, “ Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gel-git çalkalanan bir deniz olsun Sevgi… Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin!” Diyor. Yeter ki sevgiyi taşıyacak yürekli insanlar olsun!

Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerek toplumsal yaşamın geniş çerçevesi, gerekse günlük ilişkilerin gittikce daralan çaprazında! olup biten birçok olayın en dikkati çeken belirtisi, çatışan anlayışların, çarpışan iddiaların arasında kişilerin harcanıp heder olmasıdır.

İnsanlığa hizmet ya da herhangi bir kuruma - düşünceye hizmet adı altında veya hizmet etmek niyetiyle kişilere yapılan haksızlıklar karşısında bu haksızlıkları önemsemeyen…

Veya önemsemeye korkan ya da en kötüsü, kendi çıkarları gerektirdiği için öteleyen insanların tutumu karşısında boğazı tıkanan, midesi bulanan kişi için tek çıkar yol, kendisini bir örnek olarak öne sürüp insanca yaşamaktır.

Böyle bir yaşam her yönden gelen tehlikeler ne olursa olsun insana yakışır yaşamaktır. Böyle bir yaşamanın temel koşulu, insanın daha doğrusu kişinin ana değer, kayıtsız şartsız ana değer olduğunu kavrayabilmek ve bunu gözden kaçırmadan davranmak, Don Kişotça da olsa bir şey yapmaktır.

İnsanın ereği, çekilen onca çilenin ardından; yaşamda karşılaşılan ve yadırganan, istenmeyen, acısı çekilen sorunların çözümlenip, ortadan kaldırılmasına katkı yapmak ise, bunu yapmanın biricik yolu, olan bitenleri hiçbir baskı altında kalmaksızın, yüreklice açıklamak ve çözümü gösterip aydınlatmadan başka bir şey olabilir mi?

Büyük bir kıskançlıkla sakınılıp korunan Ahlak ve Etik sayesinde insanlığın bilinçlendirilmesi, yaşanmakta olan sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların çözümü noktasında bir umut kapısının ortaklaşılarak açılması; Böylelikle insan ve toplum yaşamında bir aydınlanma bilincinin yayılmasını olanaklı kılabilecektir.

Yaşamda öyle anlar vardır ki insan kendini iki değer çatışmasının tam da ortasında bulur. İşte bu duraksatır insanı, ama yaşam durmadığı için bir seçim yapmak gerekir.  İnsanın çoğu yaşadığı Trajedi böyle bir şeydir!

“İnsanca ve insana yaraşır bir şekilde yapılan bir hareket, aynı zamanda suçsa, asıl suçlu bu çatışmaya neden olan yasaları yapanlardır.” Der Antigone…

Sorgulayıcı, eleştirel tavır doğmanın düşmanıdır; doğma da felsefenin… Sorunlar karşısında üç maymunu oynamayı reddetmek; sorunların yanlış değerlendirilmesine müsaade etmemek, hayat üzerine düşünce üretmek; bunu bir yaşam felsefesi olarak içselleştirmek ve ilkelerinden asla ödün vermemek…

Sokrat’ın “Üstüne düşünülmemiş bir hayat yaşamaya değmez” ifadesinin işaret ettiği başkaldırıya, onca insan arasından acaba bugüne değin kaç kişi cesaret edebilmiştir?

Kaç kişi için, yaşamın kendisi zaman cinsinden ölçülen bir süreç olmaktan çıkıp, düşünce nesnesi halini almıştır?

Kaç kişi yaşam üstüne düşünmenin (bir anlamda) önkoşulu olan sormayı ve sorgulamayı hücrelerine kadar hissedip, kendisiyle yüzleşebilmiştir?

“Don Kişotça da olsa” toplumu için bir şeyler yapmaya çalışmış ve halen yapmaya devam etmektedir?

Kaç kişi yaşamda karşılaştıkları karşısında tepkisiz kalamayacağı ve tepkisizlik kendisi için olanaksız olduğundan bir şekilde başkaldırmaktan başka çare görmemiştir?

Kaç kişi “bu güne değin yazdıklarım başkaldırımın en yalın ifadesidir” diyebilme erdemini göstermiştir?

Soruyorum kaç kişi?.. Soranlara, varım deyip sorgulayan yürekli yiğitlere selam olsun.