Anlı şanlı düğünler yapılır Anadolu’da. Herkesin gözü o düğünlerde, özellikle gelin ve damadın üzerindedir. Gelin ve damat  adaylarını gıpta ile seyrederler.  Sıranın kendilerine geleceği o mutlu günü yaşıyormuş gibi bulutların üstünde yüzerler. Neden sonra bu işin çok zor olacağı gerçeği ile gördükleri rüyadan uyanır gibi olurlar.”Boş heves işte,neylersin” derler. Kıskançlık duyguları doruklara çıkar. Hele  “takı takma töreni” onlar için özel bir işkencedir. Kim istemezdi, şöyle bir yüzlük gelinin ipek kurdelasına, iki tane yarımlık damat beyin boynundaki bordo şerit üzerine takmayı... “Sıra bana geldi” der gibi sağa sola gülücükler atmayı kim istemez, kim istemez ?..

Ama olmuyor işte. Şu fakirliğin gözü kör olsun. Bu bir teselli mi, ilence mi belli değil.

Beşikdüzü yıllarca gıpta ile izlenen güller içince, saadet şevketi sunan gelincikler gibiydi komşu ilçeler içinde. Tüm Karadeniz halkı, tüm Türkiye bu güzel hoş kokulu, çiçekler diyarını görmek, onlar gibi olma için can atarlardı. Bayramlarda Beşikdüzü bir cazibe merkeziydi. İller, ilçeler için...

Bir sonraki bayram için şimdiden sözleşenler olurdu kendi aralarında. Nazar mı değdi, ne oldu bu eşsiz ilçeye. Yoksa seçimlerce Karavana mı attık yıllar yılı...

Bizi biz yapan özellikleri koruyan yöneticileri bulup seçemedik mi? Bilinmez. Bir şeyler oldu bize. Yumruk yemiş boksör gibi afallaştık mı ne? Önce doğruları görmez olduk sonra güzellikleri seçemez olduk. En sonunda da yıllar yılı uğraşarak elde ettiğimiz kazanımları kaybetmeye başladık. İşin acı yanı kaybettiklerimizi önemsemez olduk. Geçmiş yılların birikimi olduklarını, kanla, şanla kazanıldıklarını görmezlikten geldik. Vurdum duymaz olduk. Sanki ölü toprağı serpilmişti üzerimize. İşin acı ve en tehlikeli yanı, bu tehlikeyi anlatanları, tehlikeli, ayırımcı insanlar olarak görmeye başladık.

Tehlike geliyorum dedi inanmadık. Geldi, kapımızı çaldı önemsemedik. Bu uyuşukluğumuzdan ümitlenenler oldu. Önce ilçemizin bazı kurum ve kuruluşlarını koparıp aldılar. Buna da gerekli şekilde ses çıkarmadık. Çıkaranları da “şarlatanlıkla” suçladık. Sonra bir bir daha derken şehrin içini boşaltmaya başladılar. Yöneticilerimiz- sağ olsunlar- yine -bir kaçı hariç -ses çıkarmadılar. Bizim kayıplarımızdan dost ve komşu ilçeler ganimet kazanmış gibi yararlandılar. Buna da “eyvallah” demeye hazırlanırken, arkasından, taviz tavizi doğurur misali, istekler birbirini takip etti. En sonunda Meslek Yüksek Okulunun içini boşaltmaya başladılar. Sağ olsun Prof. Rahmi Yamak hocam gerçek kişiliğini ortaya koydu. Dik duruşuyla örnek yönetici olduğunun gösterdi.

Bugün 15 bölümü olan Yüksek Okulun 11 bölümü kapanırsa, geriye ne kalır?  Biz Beşikdüzü aydınları olarak 4 yıllık Fakülte beklerken, ilçemiz çok daha iyisine laiktir derken, eldeki kazanımları da kaybetmenin acısını yaşıyoruz.

Buna da gerektiği gibi tepkimizi koymadık. Hani Şairin dediği gibi, Ankara hakiketen çokmu uzak. Ses gitmiyor mu?

Aynı soruyu soruyorum: Ne oldu bize...

Gıpta edilen ilçe böylemi olmalıydı?