Hepimiz bilmekteyiz ki, bilgi teknolojiye çevrilmediği sürece hammadde sayılır, onu işlemek, dönüştürmek çevirmek ve uygulamak gerekir. Aksi durumda çok da bir anlamı ve faydasının olmadığını görmek özel bir çaba sarf etmemizi gerektirmez! Tıpkı asırlarca bir şekilde elde ettiği bilgilerden mamul maddeler üretemeyen toplumların zamanla o bilgileri unutarak, hurafelere bilgi olarak sarılıp, onlardan da bir sonuç elde edemeyince bunun adına kader dedikleri gibi!

Daha çok İslam toplumlarının, bilgiyi teknolojiye çevirmesi birikim ve avantajlarının olduğu bilinen bir gerçektir. Çünkü ellerinde Kur’an gibi; “denizler mürekkep, ormanlar kalem olsa” yazıp bitiremeyecekleri, üzerine bir o kadarını daha ilave etseniz yine de sonunu getiremeyecekleri muhteşem bir bilgi kaynağı bulunmaktadır. Hatta Yüce Allah’ın “hiç düşünmez misiniz, tefekkür etmez misiniz, akletmez misiniz” buyruklarıyla adeta emrettiği, bir bakıma bilgiyi teknolojiye çevirme çalışmalarında İslam’ın ilk yüz yıllarında ki gayret ve heyecan zamanla zayıflamış, bu konu kaderci bir yaklaşıma terk edilerek, İslam âleminin içine düşürüldüğü bu günkü, ilimsiz ve teknolojisiz bir yapı oluşturulmuştur.

Çalışanın, bilgiyi teknolojiye çevirebilen toplumların sözünün geçtiği, emrinin yerine getirilmek zorunluluğunda olunan bir dünyada yaşamaktayız. Yüce Allah Bakara Suresi 126. Ayette, “..inkar edenleri de rızıklandırır da, kısa bir süre hayattan nasiplendiririm” buyuruyor. Demek ki bu dünyada çalışan herkes karşılığını alacaktır. İnanıp inanmamakta insanoğlu özgür bırakılmışsa da; sonunda inanmayanların karşılaşacağı ve Allah’ın vadettiği cezayı kabul edip etmemekte insan özgür değildir. Bu durum Allah’a ve onun son peygamberine inanmayanların, bugün olduğu gibi, dünyada geçici olarak elde ettikleri; bilgiyi teknolojiye çevirme becerileri onları vaat edilen cezadan kurtaramayacaktır. Ancak Müslümanlar da, kendi kitaplarının emri olan hükümlerden hareket ederek, bilgiyi teknolojiye çeviremedikleri müddetçe, yani ilimsiz, tekniksiz, tembel yapıları ile sadece Müslüman oldukları için ahiret sorgulamasından kurtarabileceklerini sanmamaları gerekmektedir.

İslam âleminin hızlı bir şekilde, teknolojide ilerleyen ülkelerin buluşlarını; bu konuda kutsal kitabımızda işaretler vardı savunmasıyla yetinmesi eksikliğini terk ederek, yüce kitabımızdaki hükümleri akıl edip teknolojiye çevirerek, bu bize kitabımızda Yüce Allah tarafından bahşedilen bilgilerle elde edilmiştir sonucunu bütün dünya ile paylaşırlarsa bunun bir anlamı ve önemi olur. Yoksa bu günkü halı ile “din adamı” sıfatıyla İslam âleminin yeterince, kendilerine; “âlim, ulema, şeyh,” ismi verilen değerlere sahip olunduğu halde, bunların hiç birinin, en iyi yaşadıklarını anlattıkları İslam’ın emrettiği ilmi yakalayarak her hangi bir icat yapamamış olmalarını anlamamız mümkün olmamaktadır!

Bugün insanlığın başına bela olan “koronavirüs” ile ilgili aşıyı hangi devlet bulursa, dünyaya hükmedecek olan elbette ki o olacaktır. İşte kolları sıvamanın tam zamanıdır. Müslümanlar komplo teorilerini bir tarafa bırakarak; Allah’ın Kur’an da birçok ayette, isyan ettikleri, gönderdiği peygamberlere inanmadıkları ve onları öldürdükleri için birçok kavmi, rüzgâr göndererek, Su’ları taşırarak, balçıktan taşlarla ya da ebabil kuşlarının attığı taşcıklarla yok ettiğinden hareket ederek, akledip bu virüsün aşısını bulabilmelidirler.

İnsanlığın yararına yeterince fazla ipuçlarının bulunduğu yüce kitabımızdaki bilgileri akıl ile teknolojiye çeviremez isek sonuçta ona inandık dememiz hiçbir şekilde yeterli olmayacaktır. Hristiyanların bile can korkusu ile camilere doluştuğu, tekbirler getirdiği, namaz kılanları taklit ettikleri böylesi kritik bir ortamda, Müslüman bir ilim adamının Kur’an’dan hareketle aşıyı bulduğunu dünyaya ilan ettiğini bir düşünelim!

İşte o zaman insanlığın, servet ve şehvet bataklığındaki kimliği yaratılış amacını düşünmeye başlayacak ve belki de kısa sürede kendine gelecektir. Haydi, bakalım ey Müslüman âlimler, ulemalar, şeyhler, bilginler; görev başına!