Terörün, ne terörü olduğunu belirtmediniz mi insanlar bakınıp duruyor. Bir yerlerde bomba mı patladı, birileri mi öldü, uçak mı düşürüldü, yoksa birilerini mi kaçırdılar gibi değil mi? Hayır, ben bugün bireysel veya örgütlü terörden değil de gizli terörden bahsedeceğim. Madem ki terör dediğiniz mesele insanın huzuru ve hayatı artı sağlığının kaçırılması işte bu o zaman farklı oluyor. Yani durup dururken polis, jandarma gibi güvenlik birimleri bu işe müdahil olamıyorlar. Niye olamıyor? Çünkü, ses yok ama görüntü var, adli şikâyet yok ama tıbbi şikâyet var. Bireysel olarak kimsenin gıkı çıkmıyor ama hastahaneye gidip hekimlerle dalaşınca teröre maruz kaldığını o zaman anlıyorsun.

Şimdi sadede gelelim; zeytinyağı mı lâzım eve? Annemiz tutuştururdu şişeyi elimize “Oğlum git bakkaldan 250 gram zeytinyağı al gel” derdi. Başka? Başka sı yoktu, evveli ahiri zeytin yağı idi. Onun sahtesi, makine yağ karışığı falan olmazdı. Niye olmazdı? E bunu imal edenler böyle bir şeytani terörü bilmezlerdi de ondan. Yeter ki şişen temiz olsun. Peki zamanla ne oldu? Ayçiçeği çıktı. Bir ara buna hücum ettik ucuz, zeytin yağının yarı fiyatında salataya, kızartmaya ilaca oraya buraya. Fakat ne zaman ki boş ayçiçek tenekelerinin dibinde plastik gibi kuruyan ayçiçek yağı kalıntılarını görünce o zaman dank (!) etti. Devam edelim; gençliğimizde idmandan çıkınca hemen evimizin yolunun üzerinde meşhur “Tatlıcı Salim Emice” var idi. Şimdi diğerlerine de rahmet okuyalım bir yol. Mesela Tatlıcı Raif Emice, Ethem Emice, Ortahisarda Hacı Dayı bunlardı yekün. Hepsi de bu işte usta idi. Ama dükkanlarına girip “Salim Emice, yarım kilo baklava üzerine 250 gram kaymak çek” dediğimizde, aklımız sadece idmanda çift kalede kaçan gollerde kalırdı. Acaba Salim emice şerbete invert şurup kattı mı? Şerbeti limon yerine limon tuzu ile mi kestirdi, yoksa tatlıya tereyağı yerine vita veya başka margarin mi kattı diye bir sıkıntı yoktu ki.

Olmaz, zaten o zaman bunlar henüz “gıda terörü” olarak gündemde yok idi. Pancar şekeri şerbeti, limon, tereyağı ve un. İştahın ne kadar çekerse ye. Ya şimdi? Arkadaş tatlıların yüzüne bak pırıl pırıl ama muhteviyatı “gıda terörü.” Peki ya eskiden yediğimiz o güzelim katı Zile pekmezi, ya güya dut pekmezleri şimdilerde hep glikoz ve tatlandırıcı zararlı maddelerle üretilmiş. Al da ye, hangi hastalığa uğrayacağın şansa kalmış. Ya bir zaman bakkal Mustafa Abi’nin yanında çırak çalıştığımda köşe başında yağcı Murat Dayı vardı, yağlı kâğıt üzerine 100 gram bal (donmuş, katı) 50 gram tereyağı koyar alırdık, yanına da bir bardak çay ile kahvaltı. Şimdi bulun gerçek balı da katıksız tereyağını da 14-15 yaşında yapın o kahvaltıyı bakalım. E konumuz ne idi? “Terör, gıda terörü” değil mi? Herifin biri bomba atmış, uçağı düşürmüş, yola EYP döşemiş. Ne gam. Zaten bu denli sesli gürültülü terör yerine sessiz, şikâyetsiz ve de aynı sonuca varan “gıda terörü” iş başında. Şikâyet eden yok, ağlayan sızlayan yok. Hah, tam sırası gelmiş iken Çin’de şu “koronavirüs” meselesi var ya. Eğer bu birilerinin icad ettiği bir “Virüs terörü” değilse ben de Nikola olayım. “Hadi hayırlı traşlar ola” diyeceğim. Dikkat edin usturalar bile sahte, demir yarığa jilet takıp ustura niyetine kullanıyor berberler, demedi demeyin.