Sizi bilmem ama ben, bir bahar sabahı kuş cıvıltıları eşliğinde uyandığımda terasın duvarıyla konumlu bir objenin içerisine, kumruların telaşla yuvalandığına tarifsiz bir duygu seli eşliğinde tanıklık ettim.

Aslında bu devinim, kimsenin tanıklığına gereksinmeden her bahar gelişinde kumruların sevgiliye serenat yaparcasına seslenişleriyle sürekli yinelenir durur. Sanırsınız ki kumrular insanlığa aşkı ve sevgiyi yeniden anımsatmak için doğaya salınmış zamane eroslarıdırlar. İnsanlarla iç içe olmaları nedeniyle, bir bakmışsınız sürekli girip çıktığınız balkonunuzun bir köşesinde kumrular çoktan yuvalanmışlardır bile.

Kumrular ilginç kuşlardır. Bu ilginçlikleri yaşamlarına da yansır. Onlar tam bir çekirdek aile olarak yaşamlarını sürdürürler. Nerede ve hangi koşullarda olursa olsunlar iki kumrudurlar! Grup halinde gezinmezler. İki sevgili her daim iki yürek olup uçar, birlikte yer ve yavrularını birlikte büyütürler. Hiçbir koşulda üç ya da dört kumruyu birlikte göremezsiniz. Damın yada balkonun kuytularında birbirlerine şarkı söyleyerek kur yaparlar… Öpüşür-koklaşırlar. Diğer kuşlar gibi kavgalarına denk gelemezsiniz.

Kendime zaman ayırıp, bizim terasın bu şirin konuklarının yuva yapım aşamalarını izlemek artık en büyük hobim olmuştu artık... Kırlangıçlar mükemmel yuva yapıcıları olarak ünlenseler de, kumruların çalışma tempoları bir başkaydı. Çünkü onların yuvalarını oluşturan harç, sadece ve sadece aşk ile karılmaktaydı! Yine bir gözlem saatimde; kumrulardan birini yaptıkları yuvada hiç kımıltısız otururken gördüm. Bir zaman sonra diğer kumru geldi, bu kez yuvada oturan uçtu gitti, yeni gelen yuvaya oturdu. Yumurtaları birlikte ve sırayla koruyorlardı. Ve işin en ilginç yanı, bu yuvayı koruyup-kollama periyotlarının zamanlanmasının eşit paylaşılmasıydı. Yani birbirlerine olağanüstü saygılıydılar.

Kuluçkaya yatmış kumruyu rahatsız etmemek adına artık terasın o bölümünü kullanmıyor olsak da sık sık göz-göze geliyorduk. Nihayetinde yumurtalardan yavruların ne zaman çıktığı gözlemleyemedik ama artık tüylenmeye başlayan yavrular vardı… Anne kumru uçup gidiyor, yavrulara yiyecek bulup dönüyordu. Onlar da kimileyin sessiz kimileyin “cikleyerek” annelerini bekliyorlardı.

Baharın yaza evrilişiyle birlikte artık gün gün büyüyüp serpilişlerini izliyorduk. Bir yavrunun büyümesi şaşırtıcıdır. Şaşırtıcı bir hızla büyür. Her gün yeni şeyler yapmaya başlar. Her iki yanda büyüyen kanatlarını içgüdüsel açıp kapama hareketleri sürdürürken. Sanki günün birinde, onlar aracılığı ile uçacağının bilinciyle onları oynatmaktadır. Ama henüz “dışarda” yaşamaya hazır değildirler. Bütün dünyalarının yuva olduğunu düşünerek anne-babalarının yolunu gözlerler. Anne gider, baba gelir ve birlikte yavrularını beslerler. Salt beslemek mi? Bir de onları kargaların sert gagalarından korumakla ödevlidirler. Yumurtadan çıkmış yada çıkmamış yavrular kargalar için kolay lokmadır. İşte bu nedenle anne-baba kumru sırayla yuvalarında nöbet başındadırlar. Ve siz korunup-sakınılmış yavruların  artık yuvaya sığmayacak denli güçlenip, serpildiğini görürsünüz.

Her gün uyanır uyanmaz ilk işim onlarla göz-göze gelmekti. Belki bana öyle geliyordu ama sanki aramızda bir bağ oluşmuştu… Artık kanatlarını daha güçlü oynattıklarını fark ediyordum. Artık uçmalarına ramak kalmıştı.

Bir gün, en hareketlisi obje platformunun ucuna kadar gidebildi. Anne kumru terasın önünde uçuyor, yavrusuna uçması için cesaret veriyordu. Yavru kumru birden kendini boşluğa bıraktı. Anne kumru aniden pike yaparak bu ilk denemede yavrusuyla birlikte uçuşu başarıyla sürdürdü. Bir zaman sonra yavru kumru yeniden yuvaya döndü. Şimdi artık daha bir güvenli olmalıydı. Diğer yavrular da sırayla aynı denemeyi yaptılar. Ertesi günlerde bu egzersizler sürdü gitti.

Ama bir gün uyandığımda terası sessiz, yuvayı bomboş buldum. Vakti zamanı gelmiş hepsi uçup gitmişlerdi. Artık kendilerine güvenleri artmış, kanatları güçlenmişti…Yuvaları artık onlar için yeterli değildi. Bir daha bu yuvaya dönmeyecekti.

Artık bütün dünya onların yuvasıydı. Yiyeceklerini kendileri bulacak, nerede kalacaklarına kendileri karar vereceklerdi. Anne-babaları da artık o telaşlı yiyecek taşıma-koruma eylemine ara verecek, kendini başka yumurtalara hazırlayacaktı.

Yavru kumruların uçtuğu ilk anlar heyecanımı bastırıp gülümsemiş; “İşte hayat” diye düşünmüştüm.Yavru kuşun gökyüzünde ilk kez kendi kanatlarına güvenerek uçuşu. Doğanın o önlenemez muazzam devinimine kısmen de olsa tanıklık edip, misafirimin “Uçuyorum, uçuyorum” diye seslendiği ilk saniyeleri. Hem zafer duygusunu hem bilinmezin korkusunu birlikte yaşadığı ilk saniyeleri.

Sonra… gün gelecek alışacaktı. Uçmanın artık zafer olmadığını, günlük, dakikalık, saniyelik işlerden olduğunu anlayacak kadar alışacaktı. Korkularını da yenecekti. Korkularının çoğunu kendinin yarattığını, onların hiç de çekinilecek şeyler olmadığını anlayacaktı.

Ağaçtan korkmaması gerektiğini, kedilerden kokması gerektiğini yaşam pratikleriyle kavrayacaktı. Gerçi bunu anlayana kadar bir kedinin pençesine denk düşmek de vardı. Ama ben kanatlarını güçlü bir şekilde çırparak nice kedinin hevesini kursağında bırakan kumrulara da, kaderine razı olup yem olanlara da rastladım sıkça!..

Yaşamın diyalektiği olanca gerçekliğiyle sürekli yüzümüze ayna tutuyor olsa da, en çok bu gerçeklik karşısında ısrarla gözünü-yüreğini karartanları anlamamakta zorlanıyor insan.