Freud, ruhsal sarsıntılara yol açan nedenleri; bilinç düzleminde kesitten kesite çözümlemek yerine, görmezlikten gelmenin… ruh sağlığının yollarına saatli bombalar yerleştirmekle eş anlamlı olduğunu hatırlatır gerçekten kaçanlara!

Çoğu insan dünyayı, kendi bulunduğu yerden “kendi” gibi görür!

Kah bir izbe dehlizin aralığından, kah mavi enginliklere kanat çırpan Anka kuşunun kanatları arasından dünyayı bilgece gözlemler…

Kimine göre… baskılar karşısında susup güce biat etmek; kendini ve geleceğini korumanın biricik karşılığı olarak değerlendirilir…

Kimileri ise… çevresinde olup bitenlerin ayırdına bile varmadan, bir ayrık otu misali fani ömürlerini tamamlarlar.

Oysa, bu umursamaz kaçış, insana yakışmayan, onu aşağılayan bir kabulleniştir. Zira susmak onaylamaya koşut bir davranıştır. Özellikle böylesi akredite olunmuş ortamlarda! Gerçekleri haykırabilmek, mangalda kül bırakmayan, sahte kahramanların yüzüne ayna tutulması gibidir!

Görülen odur ki, artık “mızrak çuvala sığmamaktadır” kimi havuz medyası yazarının dahi, olup bitenler karşısında aforoz edilme pahasına itirazlarını dillendirmesi, doğrusunu isterseniz bana sürecin tarifi noktasında enteresan bir hezeyan gibi geliyor…

Demek ki müdahale artık hiçbir alanda gemlenemiyor. Gerçekleri ne denli ters-yüz etseniz, insanları tehdit ve şantajla kapının önüne koysanız dahi sonuçta yine gerçeğin tüm yalınlığıyla kalakalıyorsunuz! Sizin için artık sadece siyah ve beyaz kalmıştır. O çokça bahsedilen, ama alacakaranlığa tutsak edilen nurlu gelecek umutları tüketilip, artık hayal olmuştur.

Toplumun yeni değerler ve yeni söylemlerle biçimlendirilmek istendiği dönemlerde; hiç kuşku yok ki demokrasinin, insan haklarının, sosyal hukuk devletinin ve özgürlük taleplerinin evrensel ilkeleriyle, çağdaş ölçütleri açık-net ve dürüst bir biçimde paylaşılıp, tartışılabilmelidir. Ancak tüm bu değerlerden nasiplenmemiş olanlar, daha da ötesi bu evrensel değerleri pervasızca kirletip, tüketen demokrasi engellilleri! Şimdilerde tövbe istiğfar getirip kapıları tutsalar da… ne gam!

Yüzyıllar öncesinden savaş meydanından yüz-geri kaçan ordularına… Ölümü göze alarak direnen savaşçı şöyle haykırıyordu “dön ve savaş” Ya biz… ne oldu sahi bize? Emperyalizme karşı dünyanın dünyanın ilk ve en şanlı utkusuna ulaşmış bu ulus, Atasının işaret ettiği Muassır Medeniyet yolundan yüz-geri olmuştur?

Irak, Suriye derken şimdilerde Kıbrıs ve 18 adalar sorunsalıyla dört bir yanımız ateş çemberine dönüşmüş ve Emperyal açgözlülüğün iştahını arttıran iç çözümsüzlüklerimizle, çağdaş medeniyet yolunda, ülkemizin menfaatlerini koruyup, mesafe kat edemeyeceğimiz açıktır.

Kıbrıs’ta Rumların ve Yunanlıların daha önceki silahlı ”onosis” girişimlerinin Kıbrıs Türk halkı ve Türkiye tarafından “Kıbrıs Barış Harekatı” ile sonuçsuz bırakılmasının ardından, ada’da iki kesimli ve iki devletli yeni bir oluşum sağlanmış , böylece gerçekçi ve yaşanılabilir bir çözümün alt yapısı oluşturulmuştu. Ama gelin görün ki; Rum-Yunan ittifakı kendilerinin neden olduğu bu yeni durumu asla kabullenmedi. Ada’daki durumu, Türkiye’nin Kıbrıs’a  müdahale hak ve yetkilerini de kaldırılmış olarak, eski haline getirme hayaliyle “uzan vadeli mücadele” stratejisini uygulamaya başlamıştı. Bu bağlamda bazen Talat benzeri politikacılarla ya da  Türk halkının mücadele azmini “yıldırma” ve “usandırma” yöntemleriyle aşındırılabileceği umuduna bağlamışsa da şimdilerde  Diplomasi oyunlarıyla ver-kurtul kartını yeniden masaya sürerek devam ettiriyor!

Olsun… içte ve dışta “Zulüm ejderha olmuşsa” dahi ”allı duvaklı yurdumuz” katında, bize yaraşan her daim yüzümüzü sevgili yurdumuza dönüp, onun gönenci ve Bağımsızlığı adına direnmek olacaktır.

Kavurucu güneşin altında her türden provokasyonu öteleyip, Herkes için ADALET talebini yüzlerce kilometre adımlayarak İstanbul’a taşıyan cesur yürekli insanları kutluyorum.

İnsan umuttur ve Büyük insanlık haramiler ne yaparsa yapsın geleceğine sahip çıkacaktır…