Özellikle seçim süreçlerinde istisnasız herkesin kulaklarını dikleştirip birbirini dinlediği! Ama sonuçta kimsenin kimseyi dinlememesi gibi bir durumla baş başa kalan bir toplumun bileşeni olmak, kuşkusuz kırılması zor bir aymazlık rekorumuzdur!..

Kaldı ki salt dinleme değil, bizim tartışma kültürümüz de ziyadesiyle sıkıntılıdır; karşımızdakini ‘yok etme’ anlayışı üzerini kurgulu bu kavga ortamında… taraflar, hangi konuda olursa olsun, tartışmayı; karşısındakinin düşüncesini taa başında boş, değersiz… yok hükmünde algılayıp, anında gardını alıp saldırıya geçmek sanıyorlar.

Uzlaşma, hele de empati peşinen zafiyet olarak algılandığından olsa gerek hiç kimse kendi düşüncesinden ötesini değil benimsemek dinlemek bile istemiyor. Oysa ‘Bir ben bilirim’, ‘Tek doğru benim doğrumdur’ yaklaşımı, insani zaafların en tehlikelisi olduğu gibi, aynı zamanda insanda bastırılmış aşağılık duygularının da dışavurumudur.

Seçim startının verilmesinin ardından, siyaset kurumunda olsun, medyada olsun düzeysizliğin en pespaye örnekleri sergileniyor. Düzeysizliği, mahalle kabadayılığını, saldırganlığı ‘politika yapmak’ sanan siyasetçileri bir biçimde anlayabiliyorum, çünkü onları bulundukları yerlere ortalama okulluluk düzeyleri 3-5 yılla sınırlı olan kitleler taşımışlar… ama evrensel işlevini kaybetmiş; kendilerini ihale yarışının ve efendiye itaatin rehavetine kaptırmış!, çoğunluklu medya gruplarının iç bulandırıcı düzeysizliklerini anlamakta zorlanıyorum.

Onaylarsınız, ya da onaylamazsınız, fakat hiçbir uygar ülkede yargı kararları da Türkiye’de tanık olduğumuz gibi tartışmalı değildir. O ülkelerde Hak-Hukuk- Adalet arayışıyla yüzbinler uzun yürüyüşler düzenlemek zorunda bırakılmazlar… Çıkarsama amaçlı hukukun arkasına dolanmak. Ya da işine gelmeyince hukuka saldırmak ancak hiçbir zaman hukuka gereksinim duymayacaklarını sanan ahmakların davranışı olsa da… Hukukçular karar ve duruşlarıyla bu olumsuzluğun kolaylaştırıcısı olmamaya bilhassa özen göstermelidirler.

Ama ne yazık ki uzunca bir süredir bu ülkede ahmaklık egemendir.

Nedeni ise oldukça basittir, çünkü atalardan emanet bu güzelim memlekette ‘burjuva’ olarak adlandırılan birkaç gerçek kentsoylu dışında, bir avuç türedi varsıl; devlet eliyle, ihale yolsuzluğuyla, hayali ihracatla, döviz kaçakçılığıyla, rüşvetçilikle, teşvik dolandırıcılığıyla, banka hortumculuğuyla, kıyı yağmacılığıyla, yerel yönetim yolsuzluklarıyla, kamu mallarının talanıyla oluşmuş bir zümredir.

Pratik zekalı, fakat zekalarını kötüye kullanan, cumhuriyetle kavgalı paragöz insanların oluşturduğu bir kalabalıktır.

Belli bir disiplin altına alınamayan pratik zeka, birde hırsla birleştiğinde sonuçta kaçınılmaz olarak ahmaklığa dönüşür. Bu dönüşümün dünyada ve yakın çevremizde sayısız örnekleri vardır.

İçinde bulunduğumuz süreçte bu düzeysizliğin karşısında ciddi bir seçeneğin oluşamaması ise bir talihsizlik olmakla birlikte anlaşılabilir bir durumdur. Zira toplumda ‘ her olgunun kendi karşıtını yaratması’ diyalektik bir sonuç olduğuna göre;

Yukarıda gelişimini tariflemeye çalıştığım cılk olgunun yaratacağı karşıt, doğal olarak ‘amorf/ucube’  bir seçenek olacaktır!.. Bugün alternatifsizlik dediğimiz şey de içinde bulunduğumuz bu durumun somut bir tanımı değil midir?

Yaşamın birçok alanında bize yaşatılan düzeysizlikleri, bu düzeysizliklerin taşıyıcısı politika esnafını, besleme medyayı, denizin bittiğini ve geminin karaya oturmakta olduğunu görmezden gelen koltuk düşkünü bürokratı hak edecek denli büyük günahlar işlediğimizi söylersek kendimize haksızlık etmiş oluruz.

Biricik ve affedilmeyen suçumuz duyduklarımıza, bize anlatılanlara hiç sorgulamadan kanmış olmamızdır.

Defalarca kandırılan politikacılar tarafından! Besleme medya tarafından, cübbeli-cübbesiz madrabaz tarafından, sürekli kandırıldık, kandırılıyoruz.

Düzeysizlikler yeni düzeysizlikler,  ahmaklıklar yeni ahmaklıklara yelken açarken…

Umarsız bir noktaya geliyor insan, ve artık TAMAM diye yutkunuyor…

Sanırım o noktadayız?

Düzeysizliklerden azade bir hafta dileklerimle.