Zor bir millet olduğumuz!.. Bir büyük tarihi birikime ve kritik bir coğrafyada bulunmanın rüzgarıyla, zaman zaman ayranımızın kabarıp! reflekslerimizin şaştığı ve dünyayı da şaşırttığımız doğrudur.

Duygusal oluşumuz, esip savurup ama son kertede vicdanlı davranışımız, başkaları tarafından zaaf olarak algılanıp, yorumlansa da… Özünde bizi biz yapan, yüzyıllar boyu bu coğrafyaya kök salıp tutunmanın biricik gizeminin bir türlü kırılamayan! vicdani duygudaşlık inadı olduğu gerçeği, bırakın dünyayı özellikle yönetsel oligarşi tarafından dahi bir türlü algılanamıyor.

Aslında olmayacak şey değil. Türkiye dünyanın bu en güzel, en zengin coğrafyasında kendisine kader diye dayatılan, yoksunluğun kıskacından kurtulup, 1920 lerin ruhu, asırlık devlet deneyimi ve insan potansiyeliyle ortaya gerçek bir Yerli ve Milli  uygarlık proje koyabilse ve yöneticilerine;

Bak arkadaş ya bu ülkeyi adam gibi yönetirsin, ya da bedelini ağır ödersin” diyebilse, ah bir diyebilse, biliyorum ki çok şeyleri başarabilirdik.

Oysa biz, NATO ile ilişkilenmemizin ardı sıra gelen süreçlerde ABD’nin Devr-i sabık yaratmama uyarısına sadık kalma adına!

Kırmızı çizgilerin morardığı… yalan ve talan ittifaklarının ahlaksızca kol gezdiği… Kendilerine emanet edilen kamu mallarının hesabını vermek bir yana, temizlik şirketi misali aklama komisyonları kurup, sürekli birbirini keseleyenlerin köşe başlarını tuttuğu yabanıl süreçlere takılı kalmaz…

“Fırat’ın kenarında kaybolan bir koyunun hesabının..” sorgulanabileceğini muştulayan asrı saadet diye tarif edilene ulaşmış olabilirdik.

Ama zorun ve zorbanın baskıladığı yaşamın pratikleri, bu topraklarda ikinci seçeneği asla onaylamıyor, hayatın her alanında baskılayan kazanıp gönenirken, kaybeden ve kahrolan hep yoksul halk oluyor. Ve her ne hikmetse egemen anlayış, her seferinde, her şeyi, her koşulda normal ve doğal karşılamamızı öğütlüyor.

Oysa… Normalin hesabını, doğalın kitabını tutan mı barındırıldı memlekette!

Şimdilerde daha bir doruklanan, Yöneten-Yönetilen çelişkisi! Eski zamanlardan günümüze miras, çokça tartışılan ama bir türlü çözümlenemeyen bir büyük sorun. Başlangıcında büyük umutlar vadeden en demokratik yönelimler dahi, zaman içinde en acımasız baskı gruplarına dönüşebilirken…

Doğasında kayıtsın-koşulsuz itaat barındıran bir kavrayış biçiminin yönetiminde yapılanlar, yapılacakların referansı olmaktan öteye geçmeyecektir!

Yöneten konumuna gelip, güçler dengesini bir biçimiyle ele geçiren hele birde denetimsiz kalmışsa eğer… artık fütursuzca gelecek adına insan yaşamına ve özgürlüklerine müdahale etmeyi kendine bir hak olarak algılamakta beis görmüyor.

Demokratik algılayış bağlamında çoğulcu bir yapı izlenimi verse de, aslında pekişen ve kendini sürekli güncellediğini iddia eden oligarşik yapı!.. son çözümlemede, kendi gerçeğini, halkın gerçeğiymiş gibi dayatıp, tek bir seçenek sunuyor “kayıtsız-koşulsuz itaat”

Böylesi dayatmalarda çözüm bellidir… geçirdiği evrim sonucu iki ayağı üzre doğrulan insanoğlu, ya bu ayağa kalkışını; doğal ve devredilmez haklarına sahip çıkıp, bir kez daha yüzyıllık Cumhuriyetinin ilkeleri ışığında göğüsleyerek taçlandıracak, yada Ortadoğu bataklığında ki milletlerin kaderini paylaşacaktır.

Ve sen sevgili yurdum… senin onca yıllık yalnızlığın bizim yalnızlığımız oldu. Bizi yerden yere vursan da, gururumuz, övüncümüz, hasretimizsin…

Sen tarihlere sığmayan inadı ve boyun eğmezliğiyle yol gösteren, vazgeçilmeyenimiz Türkiye’mizsin. Birlikte bir kez daha başaracağımızın yol göstericisi kutup yıldızımızsın.

Aydınlık bir hafta dileklerimle.