Diğer yanım, Can kuşum!..

Yirmi yılı aşkın tanışlığımızın son altı yılı birbirimizden uzakta geçti. Ondan öncesi acı-tatlı anılarıyla bugünkü gibi capcanlı ve sıcacık … ama bir yönüyle de artık ne çok gerilerde! Heyecanımın doruklara ulaştığı, tanıştırılmamızın ilk günleri hatırlarsın. Ne çok öğüt verenimiz, uyarıcımız ve önericimiz olmuştu.

Her kafadan bir ses çıkar;

Bir türlü sonlanmayan konjonktürel durumdan, Gazetenin Yayın Politikasından, olmayan Editoryal Bağımsızlıktan, iktidarın önlenemez hışmından v.s. söz eder, aba altından sopa gösterirlerdi.  Bir çırpıda kendimizi, neredeyse yasa dışı sanılacak, garip bir ortamın tutsağı olmuş sanırdık.

Sanki tanışmamız gizli, kötücül bir işbirliğinin başlangıcı idi. “Kalemle kişinin” bir araya gelmesi, “dost çevrelerde dahi”, neden bunca kuşku verici, acımasız ve ürkütücü olabiliyordu?

Çok sonraları anlayacaktık gerçek yolunda, eli kalemli aydın kişinin yarattığı tedirginliği!.. Oysa, o zamanlar biz olaylara ve insanlara öylesine iyimser ve safça bakıyorduk ki.

Vicdan huzuru, Adalet anlayışı ve halkımıza olan sorumluluğumuz yüreğimizde var oldukça gerçeği Kaf dağının ardına saklansa bile bulup çıkaracağımıza emindik.

Nasıl da sevinmiştim seninle denkleşince… Uzun yıllar bilinç altında yaşamış, şekillenmiş, umulmuş ve beklenmiş bir sevgiliyi bulmak, derince soluklanmak gibi bir duyguydu bu.

Mutluluktu. Açlığa doymaktı. Yalnız olmadığımı doyumsayıp, var oluşunu duymak, bilmekti… Yaşamım anlam, derinlik kazanmıştı. Bu yüzden, sonsuza dek unutmamacasına , minnetle, borçlu sevdim seni!

Yıllar yılı, acıyı ve sevinci, yenilgiyi ve yengiyi, umudu ve hayal kırıklığını… yüceltilmeyi ve hayal kırıklığını, övülüp, sövülmeyi birlikte omuzladık. Paylaştık. Şımarmamayı ve pes etmemeyi birlikte öğrendik. Diğer yarımdın hep.

Her değerli dostluk gibi senin dostluğun da fedakarlık gerektiren, pahalı bir dostluktu. Fakat değerdi. Gidince bir yanım eksik kaldı on özlem yılı boyunca.

Bir yıl oldu. Yeniden buluştuk… Ayrılmamacasına mı? Yoksa yeni bir yol kavşağı beklercesine mi? Bilemiyorum.

Geçtiğimiz izleklerde, nadir dostlukların yanı sıra. Çokca,  insanoğlunun acımasızlığının, korkunun, yılgının, çaresizliğin, ikiyüzlülüğün, kötülüğün, vahşetin… daha yoğununu – bütün bunların tersini unutmadan – öğrendim.

Kalem, dürüst ve namuslu ellerde cesaretle kullanılınca adaletin kılıcı;  vicdanını karartmış, çıkarcı ve tetikçi ellerde ise tahrip gücü yüksek, kötücül bir silahtır. Eşitlik, adalet ve özgürlük hedefleyen toplumların, işine vicdanını katan ahlaklı, vicdan sahibi adalet terazilerine her zaman gereksinimi vardır.

Ahlak ve namus diye tariflenen,  aslında Adalettir, Nezakettir, Dürüstlüktür, Özgür vicdandır… bedeli ne olursa olsun Doğrucu Davutluktur.

Güvenilir, onurlu, sözünün eri insan olmaktır. “delikanlılık” diye öykünülen de  aslında ahlaktır. “özü-sözü bir” olmak denilen de.

Şimdi bir tartışılmaz gerçeğin ayırdındayım artık;  Her şeyin sonunda ve üstünde, insanın elinde kalan biricik teselli, yapıp ettiklerine ilişkin onurlu duruş ve kendisine duyduğu saygı oluyor. O da, öylesine pamuk ipliğine bağlı ki!..

Senin benim için değil, bu saygıyı yitirmek istemeyenler adına; Gerçeklerin, bir titrek mum ışığı kadar da olsa, bir yerlerde ışıması adına bana yardımcı ol.

Çakallarla dans pistinde tepinen zebanilerin şerrinden sakın… Ya da kır at kalemimi, cehennemin kör kuyularına savur!..