Toplum olarak, öylesine alıştık ki hemen her gün bir şeyleri sıradanlaştırıp kutlamaya!.. Hafta içinde de, Türkiye’de kadınlara tanınan siyasi hakların 83.yıldönümünü kutladık.

Cumhuriyet kazanımı diğer kutlamalarda olduğu gibi bu kez de; konuya hassasiyeti bilinen kurum, kuruluş ve yurttaşlarımızın içtenlikli-coşkun sahiplenmelerinin yanı sıra yönetim katında her zaman olduğu gibi, kağıt üzerinde kuru, yapılması gereken zorunlu bir görev olarak geçiştirildi.

Olup olacağı da bu idi zaten. Gazete sütunlarında, televizyon programlarında, konferans salonlarında, panellerde neyi kutlarsanız kutlayın, sinirleri alınmış diş misali, toplum kutlanılan konuyu özümseyip içselleştirmedikçe; evde, işte, sokakta kadın her türden saldırıya açık hale getirilip, üstelik de bu aşağılık durum özendirildikçe bu kutlama ne değer taşır ki?

Türkiye’de kadınlara… hem de bir çok batı ülkesinden önce… siyasi haklarının tanınması seksen üç yıldan beri, onun boynuna geçirilen zarif bir kolye niteliğindedir. Sadece süs!

Ve de… Zorlama kota’lar la sağlanan bir lütuf!

Oysa Türk kadını, Atatürk Devrimleri sayesinde siyasi haklarının çok öncesinde medeni haklarına kavuşmuştur bile… Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları hiç kuşkusuz bir uygarlık aşamasıdır. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilip yürürlüğe giren ve Türk kadını “şeriat”  zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği haklarının iade edilmesinin temeli oluşturulmuştur.

Artık kadın güçlenmeye, üzerine abanmış karanlığı yırtıp, kimliğini ve kişiliğini bulmaya başlamış, erkeklerle eşit koşullarda her tür sosyal aktiviteye katılır hale gelmiştir. Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına 3 Nisan 1930 da kabul edilen bir yasa ile Belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmış…

1931 yılında ilk kez bir bilim kadınımız Tıp Dünyasında kendini kanıtlayıp cerrah olarak çalışma hayatına başlamıştır.

4Mayıs 1931’de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 Ekim 1932’de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçme ve seçilme hakkı tanınmış.

8 Ekim 1934’de kabul edilen ve 5 Aralık 1934’de yürürlüğe giren yasayla Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır. 8 Şubat 1935 yılında ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerine katılan Türk kadını, 18 sandalye ile kendini temsil etmeye başlamıştır.

Yürürlükte olan Yasalara göre o günden günümüze Türkiye’de kadın …  okursa …  Milletvekili de olabilir Bakan da…  hakim de olur, hekim ve avukatta. Hatta isterse genel ya da özel kulluk görevi de üstlenebilir. Ama kaç kadından kaçı? Ya da kadınların yüzde kaçı?

Bu konuda kadın örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin ve Demokratik kitle örgütlerinin bütünlüklü mücadeleleri sonucu alınan yolu inkara gerek olmadığı gibi, ortaya çarpıcı örnekler sergilemekte mümkündür. Ancak tüm bu mücadele ve kazanımlar, Türk kadınının toplumumuzda ki, erkek egemen baskılamanın bir nesnesi olma özelliğini ne yazık ki bir türlü engelleyememiştir.

Kağıt üzerinde verilen haklar ile propaganda afişlerini süslemek ya da eski Türk Hakanlarının otağ kurup ve de yanlarına Hatunlarını oturtup, devlet umurunu bilece yönettiklerini, pusat kuşanıp, yay gerdiklerini söyleyip övünmekle; Bu çok önemli Sosyal Sorun üzerine, gerçekçi bir tutum ve kararlılıkla, eğilmek arasında zerrece ilinti yoktur.

Kadın haklarına saygı göstermek salt yasalarla da güvence altına alınamaz. Alınsaydı eğer, bugün bir yanda hak kutlamaları yapılırken diğer yanda güpegündüz sokak ortasında kadınlar katledilebilir, ya da Çorum da olduğu gibi; bir İl genel meclisi salonunda, kadın üyeler 5 Aralık Kadınların seçme ve seçilme haklarına atıfta bulunup, ” kadınlar herkesin gözü önünde dövülüp öldürülüyorlar” açıklamasında bulundu diye, engellenip Meclis Başkanın nefret yoğun hakaretlerine muhatap olabilir miydiler?

Demek ki Neymiş;

Bir toplumun Temel İnsan Hakları ve Özgürlüklerine ilişkin problem yaşamaması için, hükümetler her türden önlemin alınması konusunda ödevli oldukları kadar, içtenlikli, kararlı, inandırıcı ve sonuç alıcı da olmak durumundaymışlar…

Kaygı ve kuşkulardan uzak bir hafta sonu dileklerimle…