İsimleri ve unvanları lazım değil. Rütbeleri bir yana bir grup Karayolcu kişiyle oturdum geçen günlerde. Devlet kurumlarının işleyişi, projelere kimlerin müdahil olduğu noktasında "dinleyici pozisyonunda" kalarak çok ilgi çekici mesajlar aldım.

Siyasilerin kumpasına düşmüş, mühendislik bilgileri yerine bazı kişlerin çıkarlarının öncellendiğine dönük çok doneler kondu ortaya.

Mesela bazı "devasa şirketlerin emrine düçar olmuş" yöneticilerden bahisler açıldı. Siyasiler  birçok konuda etkiliyse de asıl öznenin bir elin parmaklarını geçmeyen şirketler olduğuna dönük edinimler aldım.

Halkın çıkarları falan hikaye imiş... Aslolan; isimlerini tünellerde, yollarda, köprülerde inşaat tabelalarında gördüğümüz  o muhteremlermiş.

Bir yerede bir iş planlanırken daha planlama aşamasında bu konulara müdahil olan kişilerin çıkarları her şeyin üstünde imiş. Hatta bazı koltukları dolduran da boşaltan da daha çok bu zevatlarmış. Buna paranın gücü diyorlarmış.

Bir proje hayatiyet kazanacaksa en kârrlı çizimler, en kârlı istimlaklar, en kârlı tasarımlar onların "koltuklandırdıkları" kişilerce çizilir, yine onlar tarafından onaya sunulurmuş.

Onay merciini ikna edecek "görevli mesayi uzmanları" bazı bakanlıklardan hiç eksik olmazmış.

En uyanık siyasetçiyi bile otaracak cevvallikte "takviyeli bodrolular" varmış. Devleti düşünmekten ziyade kendilerine hediye edilecek armağanları ya da yükseğe konacak koltukları düşünürlermiş.

Bazı işlere büyük meblağlar verilirken asıl elzem işlere zırnık koklatılmazmış. Ha bir de ödeneği falan ortada yokken başlanan işler, iş yürürken yapılan anlık değişiklikler, yeni birim fiyatlarla yeni bütçeleme çalışmaları da rutin işlerdenmiş.

Ben dinledikçe küçük dilimi yuttum. Kurumlar kendilerine bırakılırsa bu şikayetlerin azalacağı vurgulandı. Tabii kurumları bir başına bırakacak ne siyasi ne de şirketsel irade varmış. İşin özetini örneklersek; şirketler ABD'yi, siyasiler AB'yi, halkın çıkarları ise Türkiye'yi temsil eden üçleme şeklinde sıralanıyormuş.

Kurgusal ve doğrusal bir iş ve işlem yerine çıkarsal ve terssel bir metot artık terkedilmez bir uygulama haline gelmiş.

İşler düzelir mi diye ben hep olumlu bir düzleme çekmek istediysem de mevzuyu, işin içinde olanlar "böyle gelmiş böyle gider" ısrarındaydılar.