Cumhuriyetin kazanımlarının yangından mal kaçırırcasına özelleştirip, paylaşmanın sağladığı rahatlamayla! hamdolsun günü kurtarıp bu günlere de ulaşan yönetim erki!.. her seçim sürecinde ve her çözümsüzlükte ilan ettiği Kadro vaadiyle;

Yıllardır sürdürülen neo-liberal politikaların ne geneliyle, ne de istihdam stratejileriyle asla örtüşmeyen bir başka çıkmaz sokağı tercih etmiş bulunmaktadır.

Nitekim işçiler kadro beklerken yasalaşan… Ya kiralık işçi büroları, ya da genişletilen esneklik politikaları oluyor!.. Yıllardır vaatlerle geçiştirilen bu durum, şimdi yeniden tüm yakıcılığıyla ve değişen sayılarla kamuoyunun gündeminde yerini aldı.

Maliye Bakanı ve Başbakan’ın ardından, Çalışma Bakanı da “2018 yılında Taşeron sorunu olmayacak” açıklamasında bulundu… Ancak bu düzenleme eksiktir ve Anayasaya aykırı bir biçimde düzenlemiş olması nedeniyle ileriye dönük kadük durumdadır! Çalışanlara müjde gibi sunulan ama aslında işçileri bölen, ayrıştıran ve haksızlık yaratan bu düzenlemenin KHK marifetiyle yapılması, kadro alamayan yada haksızlığa uğrayan emekçilerin mahkeme yoluyla haklarını aramasının önünü kestiği gibi… Bazı kurumlarda taşeron işçiye kadro hakkı tanınırken bazılarında emekci yok sayılmıştır. Bu bağlamda 26 Özel bütçeli kuruluş ve 26 Kamu iktisadi Teşebbüsü kapsam dışında bırakılmış olup Yeni bir öncesi milyonların umuduyla bir kez daha oynanmıştır.

Hangi iş kollarında ve hangi statüde, kaç kişiyi kapsayacağı muamma olan bu girişimin; Bazı Kamu Kurumlarının Taşeron Firmalarla ileriye dönük sözleşmeler yapmak üzere yeni ihaleler açtığı duyumları, doğal olarak gündemde olan kadro düzenlemesi hakkındaki kaygılarımızı haklı olarak derinleştiriyor olsa da, dileğimiz çözümsüzlüklerin çözüme, her kafadan çıkan sözün netliğe evrilmesi olacaktır kuşkusuz.

Hem zaten emek dünyasının sorunları çözümsüzdür bu coğrafyada… ve Emek sömürüsünün en yürek parçalayan halkası Genç işsizler- Çocuk İşçiler sorunu bakalım hangi baharda kendini hissettirecektir nasırlı yüreklerde? Zira bu katagorideki emek sömürüsü sanılanın kat be kat üzerinde seyretmektedir. Öncelikle çalışma saatlerinin belirsizliği yaygın olup; Sabah erken işe gelinecek, işin bittiği saate kadar çalışılacaktır. “işin bittiği saat” kavramı sürekli işverenin lehine, çalışanın aleyhine işleyen bir sistem.

“İşin bittiği zaman” atölyede son temizliğin yapılması, malzemelerin toplanması, son erimde işyerinin kapısının kapatılması demektir. Çocuk işçiler, işe ilk gelenler olur. İşyerini onlar açarlar, ilk hazırlıkları onlar yaparlar. Gün ve belki gece – boyunca çalışırlar, sonra da işin bittiği zaman a kadar kalırlar…

Verilen ücretler de sömürünün bir başka boyutudur. Çoğu kez asgari ücretin çok altında haftalık şeklidedir. Hem zaten pazarlık gücü yoktur. Bunu bilerek işi kabul etmek zorundadır. Şayet kabul etmezse yapacak başka bir işi yoktur, dışarıda bu işi bekleyen çokça genç vardır… Naçar kalıp kabul eder ve çalışır.

Büyük çoğunluğu sigortalı yapılmaz. Çoğu bu hakkını bilmez, istemeyi de aklının ucundan geçirmez! Burada oynanan başka bir oyun da, genç işçiye sigortalı olmak istemezse eline daha çok para geçeceğinin söylenmiş olmasıdır. Çalışan gencin bu aşamada sigortaya değil paraya gereksinimi vardır. O da biraz daha fazla para almayı yeğler, böylece; hem çalışanın rızası alınmış hem de, sigortadan vazgeçilmiş olur.

Oysa sigortasız çalışmak bir insanın geleceğini harcamasıdır. Sigortasız çalışılan her gün, geleceğe hak kazanmayan emektir. Ama Emek değerinin görevli kurumlar ve muhataplar tarafından sakınılması gereken en yüce değer olduğu geçeğinin göz ardı edildiği bir toplumda bunu beklemenin fazlasıyla iyimserlik olduğunun tabii ki ayırdındayım…

Sendikasız ve örgütsüz olmak ta bu sömürünün sürdürülür olmasına yol açan bir başka sömürü biçimidir. Salt kendi başına kalan gencin hiçbir güvencesi, hiçbir dayanağı yoktur. Dayanışacağı bir yerin olmaması, koşullarını iyileştirmek adına herhangi bir istemde bulunmasını engeller… Çalışma saatlerinin azaltılması, ücretin yükseltilmesi, sigortalı olma talebinin dillendirilmesi hep şu içerikli sözlerle karşılık bulacaktır; “Beğenmezsen çıkar gidersin.”

İşverenin işten çıkarmasını engelleyecek hiçbir şey yoktur. İş Yasası tozlu raflarda, İş Müfettişleri merkez valisi misali koltuklarında dokunma emrine uyumlu beklemektedir! Böylece çalışan genç; gözü dışarda sıra bekleyenlerde! Bile bile bu koşullar altında sömürülmeye razı olur.

Seçeneksiz bırakıldığı dünyasında, olup bitenin ayırdına varan, çocuk işçiler ve genç işsizler ki sayıları her geçen gün artmaktadır – geleceğe dair umudunu yitiren bu gençler; içinden çıktıkları topluma hem kırılmakta, hem de öfkelenmektedirler.

Kırgınlıklarında da, öfkelerinde de onları yerden göğe haklı buluyor… sorunlarının çözümü bağlamında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı sayın Jülide SARIEROĞLU’nu en azından bir ana, bir kadın duyarlılığıyla İş Yasasına işlerlik kazandırmak, mağduriyetleri gidermek adına gereğini yapmaya davet ediyorum.

“Emek En Yüce Değerdir” diye öğütleyen Büyük Atatürk’e, Saygıyla, Minnetle, Asla tükenmeyecek bir özlemle.