Üç ay geçti. Harp hala devam ediyordu. Tosun’dan ilk ay alınan mektubun gerisi gelmedi. Köylülerde karanlık bir şüphe uyanmıştı. Lakin Halime’de sarsılmaz bir itimat vardı. Gönlündeki umut güneşi sönmüyordu.

Bir gün babası, utangaç bir cehre ile “Tosun’dan salık alamıyoruz” dedi.

Halime:

— “Onun yüzü düşmana karşıdır. Vatanı kurtarmadıkça bizi hatırlayamaz” dedi. Babası, mırıldanırcasına, bir sesle:

— “Kızım, Tosun’un geleceğine umudum yok. Bereketsiz seneler beni ağır bir borç altına soktu. Muhtarın oğlu Memiş, elli altın ağırlık veriyor. Seni ona nikâh edeceğim, dedi. Halime yıldırımla vurulmuş gibi ince bir inilti çıkardı, baygın yere serildi.

Halime coşkun derede hayalini görünce titredi. Bir saniye sonra gölgesinin yerinde kendisi bulunacaktı. Umudu bir hayal, iğnesinin nakışlarıyla bezemeye çalıştığı muhabbet yuvası bir rüya olacaktı. Başka türlü ne yapabilirdi? Tosun’a ihanet etmektense ölmesi daha hayırlı değil mi idi? Babası, borçtan kurtulmak için kendisini feda ediyordu, babasını severdi. Fakat iptida gönül, sonra söz verdiği bir yiğide hıyanet etmek kendisinden beklenmemeli idi. Vatanın namusunu kurtarmaya giden o kahramanın namusuna, aşkına, hayatına göz dikmek bir alçaklıktı. Bu lekeyi şahadetiyle temizliyecekti. O gaziye layık bir “şehide” olacaktı. Gazilerin “şehide”lerle birleştiği ruhani âlemde kim bilir belki şimdi kendisi gibi bir şehit olan sevgilisine kavuşmak için ayağa kalktı. Göğe bakarak:

— Ulu Tanrı, bu biçareyi affet! dedi.

Hemen dereye atılacaktı. Bir el omuzundan tutarak geriye çekti. Bu el, ibiş Dayı’nın buruşuk, fakat kuvvetli pençesi idi.

İbiş Dayı, gizlice, tarlasını, öküzlerini sattı, elli altınlık bir çıkı yaptı, kasabaya giderek, Tosun’un dilinden yazdırdığı mektupla beraber, Halime’nin babasına gönderdi. Bütün köy birbirine karıştı. Tosun’un bu büyük hediyesi dillerde destan oldu. Memiş geriye çekilmiş, Halime ile babası barışmış idi.

Bir sabah Halime, bir ağaç altında nakış işlerken İbiş Dayıya: “Artık dereye gitmeyeceğim” dedi. İbiş Dayı: “ Tosun giderken seni Allah’a ısmarlamıştı; Tanrı her ikinizi de esirgeyecektir.” cevabını verdi.

Köy halkı muzaffer ve şanlı gönüllüleri karşılamaya çıkmıştı. Tosun önde yürüyordu. Göğsünde sarı ve beyaz nişanlar vardı. Halime’yi yine kara elbiseler içinde görünce şaşırdı. Bu hale bütün köylüler de şaşmıştı.

Halime, Tosun’un kulağına:

— “Dün sabah ibiş Dayı ahirete gitti. Saadetimizi ona borçluyuz. Haydi, mezarına gidelim” diye mırıldandı. “İbiş dayı hakikaten ölmüştü. Fakat hürmetli hatırası kadırdân gönüllerde daima yaşayacaktır.

****

Bizim de gönlümüzden "kahramanlarımızın hikayeleri yazılarak yaşatılsın" demek geçti. Bilmem katılır mısınız?