Lise yıllarında okurken başımdan geçen ve her aklıma geldiğinde de gülme krizine girdiğim güzel bir anımızı burada anlatmak istiyorum. Anılar, hatıralar her ne kadar kişiler ile ilgili görülürseler de, sonuçları bakımından herkesin ders alacağı anlamlı yaşanmışlıklardır.

Gençlik yıllarımızda, Lise ikinci sınıftan itibaren spor yapmaya başladık. Fiziken uygunluğumuz bizi “boks sporu” yapmaya yönlendirdi. O zaman Araklı Halk Eğitim Merkezi Müdürü Rahmetli Hüseyin Çebi hocamızın gayretleri ile merkezi Araklı’da bulunan MTA Doğu Karadeniz Bölge Müdürlüğü’nde çalışan Ankaralı çok başarılı bir boks antrenörü olan Hasan Keskin bu kursta çalıştırıcılık yapıyordu. Biz de kursa yazıldık. Sürmene’den 3-4 arkadaş her akşam yürüyerek Araklı’ya geliyor, antrenmanlara katılıp tekrar, ter-kan içerisinde yürüyerek Sürmene’ye dönüyorduk. Yeterince paramız olmazdı. O dönem akşamın o saatlerinde de Sürmene’den Araklıya gidiş-dönüş vasıta bulunmazdı. İki yıl böyle hazırlandık. Gençliğin getirdiği enerji ile zorluklara aldırmıyorduk. 9 sıklette çok başarılı sporcu arkadaşlarımız vardı. Şimdilerde bir kısmı vefat etmiş olan bu değerli arkadaşlarımıza Allah’tan rahmetler diliyorum.

Gel zaman-git zaman antrenörümüz 2 yıllık hazırlık döneminden sonra, birçok küçük kulüp sporcularıyla da bizlere hazırlık maçları yaptırdıktan sonra Trabzon Boks takımı ile maç yapmak üzere tarih almıştı. Bünyesinde çok güçlü sporcuların olduğu rakibimiz için bizler kolay aşılacak engeller olarak görülüyorduk. Çok iyi hazırlandık. Maç günü geldi, rakiplerimizle aynı ortamda kilo kontrolü için kantara çıktık, tartıldık, sıkletler ve sporcular kesinleştikten sonra, maç saatine kadar dinlenmeye çekildik. Ama biz dinlenmeyi gezerek yapmak istedik. Volkswagen marka bir minibüsle Akçaabat’a doğru, güle eğlene gidiyorduk. Havalara girmiştik artık! Öyle ya Trabzon Boks takımı ile maç yapacaktık, artık her birimiz boksör olmuştuk, havamızdan geçilmiyordu. Özellikle de ben başıma nelerin geleceğini bilmeden bol bol gülüp arkadaşlarla şakalaşıyordum. Akçaabat dönüşü antrenörümüz rahmetli Hasan Keskin bir buçuk kilogramlık bir bal kavanozu çıkardı. Kestane balı olduğunu sonradan öğrendiğimiz bu balı neden çıkardığını sorduk, dedi ki; bal çok önemli bir enerji kaynağıdır, bundan herkes miktarınca parmak salıp yiyecek, akşama rakiplerinizi bu enerji ile duman edeceksiniz.

Bizler o güne kadar bal duymuşuz, tatlı olduğunu biliyoruz ama henüz yememişiz, nasıl yenildiğini ve ne kadar yenildiğini de bilmiyorduk. Herkes kavanozdan bir iki parmak salarak bal yemeye başladı. Fakat bal biraz acı olduğundan fazlada yemek istemiyorlardı. Ben en arka koltuktaydım, yenile yenile, elden ele bal en arka koltukta bana gelince yaklaşık üçte biri kalmıştı, herkeste tatmin olmuştu. Ben de nasıl olsa bu enerji veriyor, ne kadar yersem o kadar enerjim olur diye o muhabbet sırasında kalan balı yemişim.

Maç saati salona geldik, odamıza geçtik, bende aşırı bir uyku hali meydana gelmeye başladı. Kendimi zor tutuyorum. Bu sırada maç anonsları başladı. Bu gün millet bahçesi olarak yeniden düzenlenen eski Avni Aker Stadı’nın yanındaki 19 Mayıs Spor Salonu’nda büyük bir tezahürat var. Salonun yarısı Trabzon’dan, diğer yarısı da Araklı’dan gelmiş, inanılmaz bir slogan çekişmesi var. Bu ortamda 48 kilolar çıktı, ardından 51, 54, 57 derken 60, 63.5 ve 67 okunup 71 kilo anons edilince hocamız bana haydi ısın biraz diyerek ikazda bulundu. Bende mecal yok, uyumak istiyorum, bırakmıyorlar.

Derken kendimi ringde buldum. Boksta bir anane vardır, tartı sırasında rakibine göz kestirirsen akşam onu yenersin, yok ondan gözün korkarsa akşam ona yenilirmişsin. Ben tartıda rakibimi görünce ona göz kestirdim. Boyu benden küçük, bir sporcuydu. O moralle ringe çıktım, takımın iddialı sporcularından olduğum için tezahürat üst seviyedeydi. Rakibim de tartıda benden korkmuş olacak ki, maç başlar başlamaz geri geri çekilip savunma yapmaya başladı. Ben üzerine gidiyordum ama gardımı tutamıyordum, eldivenlerimi zor kaldırıyordum, uyku halim devam ediyordu. 15-20 saniye sonra rakibim durumumu anladı ve beni sert yumruklarla dövmeye başladı. Birinci raundu zor bitirdik.

Köşeme geldik, antrenörümün gözüne bakıyorum ki, havlu atıp ringden beni alsın ama ne gezer o hala bana taktik vermekle meşgul. İkinci raunt başladı, adam yine bana saldırıyor, her tarafım kan revan içinde, maç devam ediyor. Bu arada tribündeki seyirciler durumu değerlendirerek kendi aralarında sonradan öğrendiğimize göre şöyle konuşuyorlarmış. Hasan rakibini kesin yenecek, maç heyecanlı olsun diye ondan dayak yiyor! Hâlbuki ben ayakta zor duruyorum ve yediğim yumrukların sayısı belli değil. Derken 3. raundun bitiş zili ile canımı zor kurtarmıştım. Hayatımda yediğim ilk ve tek dayak budur. Sonra bir haftada kendime zor geldim. Olayı inceleyip öğrendik ki; meğer ben ilk defa yediğim balı çok kaçırmışım bal beni tam maç saatinde tutmuş ve o tatlı balın yüzünden ben o acı dayağı yemişim. Aklıma gelince gülmekten kendimi alamadığım bu anım şöyle bitti. 2 ay sonra yine aynı takımla maçımız var, benim rakibim yine aynı arkadaşım. Beni görünce gayet neşeli ve moralli olduğunu gördüm. Akşam maç saati gelince 71 kg yine kapıştık. Bu seferki Karadeniz bölge şampiyonluğu içindi. Rakibim benim yine bal yediğimi zannetmiş olmalı ki, karşımda bildiği bütün numaraları sergiliyordu. Ancak birinci dakikanın sonunda hakem ona yıldızları saydırmaya başlayınca maç bitmişti ve ben hem rövanşı almıştım ve hem de Karadeniz Bölge Şampiyonu olmuştum. İşte böyle dostlar “her şey kararınca olmalı” yoksa; kararını bozar sınırı aşarsan, benim gibi dayağı da yersin!