Bir kez gönül yıktın ise,

Bu kıldığın namaz değil,

Yetmiş iki millet dahil,

Elin yüzün yumaz değil.

                                         Yunus

Bilge ata Yunus, Allah’ın tahtının gönülde olduğunu, dolayısıyla dünyanın da cennetin de yolunun gönülden geçtiğini düşünüyordu.

Onun için o büyülü kelimeler; hoş, hoş gelmek, hoş bulmak, hoşgörü hep Yunus’u çağrıştırır. Ben de bu yazımı yazımı Yunus’un hoşgörüne sığınarak yazıyorum.

Hoşgörü, başkalarının değer verdiği görüş, düşünce ve duguları bizimkilerle çelişse bile anlayışla karşılamak diye tanımlanabilir.

Buradan bakıldığında hoşgörünün, toplumsal yaşamın hemen her alanında geçerli en temel kavram olduğu görülür. Ancak biz işimize geldiği anlarda ve zamanlarda bu  kavrama sarılır ve tam o anda kavrama ilgi göstermeyeni “Kör İnançlı”olarak  ilan ederiz.

Oysa hoşgörü, hayata başladığımız aile ocağında ki ilişkilerimizden beslenerek başlar. Buradan ileriye, arkadaş ve işyeri ilişkilerine, din- mezhep- tarikat ilişkilerine, siyasetten kültür ve sanat etkinliklerine, giyim - kuşam, yeme - içme ilişkilerine kadar etki ederek hayatımızın her alanına taşınır.

Mutlu olabilmek ve mutlu edebilmek ancak hoşgörmekle mümkün. Ayrıca hoşgörü, hayattan bağların kopmaması, işbirliği ve dayanışmanın sürdürülebilmesinin de ön koşulu gibi görünüyor.

Toplumumuzun hoşgörü konusunda zaman zaman travmalar yaşadığı açıktır. Hoşgörünün çok uzağında kalmış  aile içi ilişkiler, tarikat cemaat ilişkileri, siyasal tercihler  ve en önemlisi bitmek bilmeyen egolar toplumu tahammülsüz bir dünyaya itmiştir. Ve ne yazık ki bu alanlarda yaşanan katılıklar kolayca çatışmaya dönebiliyor ve kısa sürede toplumsal yangını büyütüyor.

Oysa geleneksel “Türk hoşgörüsü” sadece Yunus’un dizelerinde kalmamış, geniş coğrafyalarda sahne almıştır. Sergilenen bu hoşgörü, Balkanların, kuzey Afrikanın ve Ortadoğu halklarına yaşama sevinci katmıştır. Bahsi geçen halklar kültürel, dini ve etnik kimliklerini yaratılan hoşgörü ortamıyla sürdürebilmişlerdir.

Genel yaklaşımımızın böyle olduğuna dair bolca kanıt vardır. Söz gelimi Ermeni tarihçi Mateos, Melikşah’ı “ Yüreğinde Hristiyanlara karşı sevgi dolu hükümdar” olarak tanımlarken hoşgörünün büyülü etkisinden bahsetmektedir. Ayrıca Türk hükümdarlarının zaman zaman Patriklikleri ziyaret ederek onlara hoşgörülerini sundukları bir gerçektir.

Bilindiği gibi tarihçiler, Fatih dönemini, “ Hoşgörüde çağını aşan dönem “ diye tanımlamışlardır.

Ancak, Yunus’la Fatih’le, Mevlana’yla, Hacı Bektaşi Veli’yle övünerek, günümüzün “ kör İnançlı”anlayışını görmezden gelemeyiz. Hergün onlarca gönül, ötekileştirici tutumlarla incinmekte, hoşgörü ve tahammül umutları körelmektedir.

Huzurlu bir toplum ve güvenli bir gelecek ancak hoşgörü ile gerçekleşebilir. Egolarımızı gömelim, hayatın her alanında sevgi ve hoşgörüye yer açalım. Unutmayalım ki; Hoş görü, hoş gönül demektir. Hoş gönülü de, bakın Yunus nasıl tanımlamış.

Gönül Çalab’ın tahtı,

Çalap gönüle baktı,

İki cihan bedbahtı,

Kim gönül yıkar ise..

YUNUS EMRE’yi rahmetle anarak.