İyi ile kötü’nün ayrımına varmak Sokrates’ten günümüze üzerinde bir türlü uzlaşıya varılamayan bir sorun. İyi ile kötüyü ayırabilmek öyle pek kolay değil. Bunun için öncelikle iyinin ne olduğunun bilincine varmak gerek.

İyi sözünden her birimizin olumlu çıkarımlara ulaştığımız konusunda hiç kuşku yok. Ancak bu İyi nin ne menem şey olduğunu? Tanımlamak söz konusu olduğunda, bunun o kadar da kolay olmadığı görülür!.. zira herkes kendine göre tarifleyecektir bu kavramı. Çoğu kez bu tanımlamalar birbirine uymayacak, hatta birbiriyle çelişecektir bile!.. Sonuçta farklı ahlak öğretileri İyi yi tanımlama noktasında  kendi kriterleri ölçüsünde farklı sonuçlara ulaştırabilir sizi… Bir bakmışsınız İyi;..

Haz olmuş…

Mutluluk olmuş…

Sevgi olmuş…

Ahlak olmuş…

Ya da Çok Özel bir görevi yerine getirme olmuş…

Çoğu kez bu İyi kavrayışı farklı ahlak gruplarının tespitinin de kolaylaştırıcısı olur. Ahlak öğretilerini birbirinden ayıran da iyi üzeri anlayışların, iyiyi kendilerine göre kriminalize etmeleridir zaten… Ve tümünün ortaklaştığı varış noktası ise; ayrımsız iyi ve kötünün ne olduğuna ilişkin kesin inançlarıdır.

Gerçekçi düşünen hiçbir insan, yapmaya kalkıştığı hiçbir uğraşı “ yanlış yapıyorum” diye yapmaz. Yaptığı işin yanlışlığının ayırdına vardığında düzeltir ya da düzeltmez, o ayrı bir konu zira bu durum her koşulda muhataplar tarafından sorgulamaya açık olacaktır. Ama bir işi yapmadan önce, ya da yaparken mutlaka en iyisi olduğunu düşünerek yapar. Böyle olduğunda, herkes kendine göre iyisine odaklanırsa böylece olumsuzluk ötelenmiş  olur…

Peki o zaman ortalığı kasıp kavuran kötülük diye tariflenen olgu, UFO’lar tarafından bilmem ne gezegeninden mi dünyamıza ışınlanmış oluyor?.. Ya da Atı alıp Üsküdar’ geçenler gibi! İş üstünde yakalanınca mı ortaya çıkıyor?

Tabii ki hiçbiri değil. Ayaklarımızı sağlamca yere basıp, olayları doğru tahlil edersek görürüz ki iyi de, kötü de insanın eseri. Elle tutulup gözle görünmeseler de sonuçları itibariyle bütün insanlığı yakından ilgilendiren ve derinden etkileyen bu çok geniş boyutlu iki kavram üzerine bilim insanları tarafından nice makaleler yazılmış  değişen sezgiler ve algılar dünyasında daha niceleri de yazılacaktır.

Konuya ilişkin acizane tespitim şudur ki; asıl irdelenmesi gereken nokta. Bu kavramların toplumsal yaşama hangi koşullarda girdiği ve hangi tepkilerle karşılık bulduğu olmalıdır. Zira toplumların sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri içerisinde farklı çıkarsamaları olan birbirine taban tabana zıt iki ayrı insan kümesi vardır ki, işte sorunun asıl kaynağı buradadır. Kümelerden biri diğerinin üzerindeki hükümranlığının sürmesini, diğeri de bu baskılamanın kalkmasını arzular… Asırlar boyu bu egemenlik mücadelesi sürgit devan eder. İşin şaşılası yanı, bu mücadelenin etik kurallar esas alınarak yapılıyor olması halinde ortaya kötülük delilen bir olgunun çıkmayacak olmasıdır. Zira mücadelenin adı konulmuştur, tarafları ve kuralları bellidir…

Ama gelin görün ki her bunalım sürecinde olduğu gibi “bütün zamanları işbirlikçileri”  devreye girip, bir taraf diğer tarafı arkadan, ya da içerden vurmaya kalkışınca işin seyri değişir. Ortalığı toz duman sarar ve ” kötülük”  rüzgarları eser durur kararmış vicdanlarda!

Bir de bu gruplaşmaların dışında “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”  diye temkinli yaklaşan bir küme daha vardır ki bunların hali daha bir içler acısıdır… Ne zaman, hangi koşullarda, kimden yana tavır alacakları konusunda kestirimde bulunmak asla mümkün değildir. Anlık çıkarları uğruna oradan oraya savrulup dururlar!

Özenti içinde olduklarından ne örs olurlar ne de çekiç. Ezildikleri halde ezenden yanaymış gibi görünüp onların tetikçiliğine soyunurlar, foyaları ortaya çıktığında da ise hiçliğe terk edilip, onursuzca yaşamaya razı olurlar…

İyi ye gelince… O “Bir Gün Mutlaka”  diyen  cesur yüreklerde olabildiğince dingin ve vakur temposunu sürdürüyor halen….

İyilik yoğun bir hafta dileklerimle.