Ya da şöyle diyelim, çok çocuklu bir ailede “Songül” olmak, hem de 60 lı 70 li yıllarda. Bir bakın bakalım Songül, “Vargit Çiçeğine” nasıl dönüşür?

Annesi Songül’ün elinden tutup, hadi kızım amcana gidelim diye yola koyulduklarında, Songül üç yaşındaydı.

O akşam büyük amcanın evine farklı bir amaçla gelindiğini minik yüreği hemen hissetmişti. Ve annesinin o sözü yüreğini yerinden oynatmıştı adeta: “Bak Songül bu akşam burda kal, burası çok rahat, başka çocuk da yok, sofraları boş, ayrıca büyük amca  sana baban gibi davranacak.  Hadi seni göreyim kızım.” Songül ardından söylenenleri duymamıştı bile.

Songül yutkundu ağladı ağladı... ama sadece içine ve buğulu gözlerle baka kaldı annesinin peşinden.

Çocuk aklıyla bir evcilik oyunun içinde olduğunu hissetmişti ve yaşadığı tarifsiz fırtınalar içini boşaltmıştı. O boşluktan bakarak yeni dünyasını ve olup bitenleri kavramaya çalıştı. Yoksa ikiye mi   bölünüyordu? Üstelik henüz bütün olmadan...

Yaşananlar, dram içerikli bir tiyatroydu aslında, ve Songül bu oyunun, feda edilmiş bir parçasıydı. Işıldayan gözler gitmiş, bakışlar, anlayabilenlere derin anlamlar yansıtır olmuştu.

Kısa zaman sonra gerçek ailesi Songül’ün bakışlarını çözmüştü; “Olanları biliyorum, ama  yine de sizleri seviyorum, başkasının evinde olsam da gönlünüzde büyümek istiyorum.” Bu bakış, diğer taraftan annesini ve babasını derin acılara sürüklüyordu...

Yeni ailesi ise Songül’ün bakışları içerisinde kayboluyordu adeta,  oralarda kendilerine yer var mıydı? diye merak içerisindeydiler.

Songül, yeni ailesinin durum karşısında ki çaresizliğini farkedince; “Sevin beni artık burdayım.” tutumunu sergilemeye başladı. Bu, ne yaşıyla, ne  de boyuyla açıklanabilecek bir durum değildi. Artık uykusuz gecelerini, gündüzlerine yansıtmadan yaşayan olgun bir çocuk vardı bu evde.

Süre ilerledikçe, titreyen ses tonu, ağlayan gönlü yeni kaderine teslim olmaya başlamıştı. Kader O’nu, çocuğu olmayan bir aileyi mutlu kılmak  için görevlendirmişti.

Gelin şimdi siz buna kader diyin; “ Mutsuzluk dünyasında bir mutluluk oyunu.” Baş aktör Songül.

Songül;  “Yeni evinin cemresi olacak, annesinin ise vargit çiçeği” Peki kim yazdı bu kaderi?

Çocuk yaşta yaşanan bu travma süre ilerledikçe tedavi olabilir mi? Songül yeniden gülümseyebilir mi acaba?  Sözü olan beri gelsin.

Bu türden aile içi çocuk aktarımları, Karadenizin çarpıklıklar tarihinde çokça vardır. Ancak çocuklar bir kaç aylıkken bu uygulamaya tabi tutulurlardı. Songül’se her şeyi anlayabilecek bir yaştaydı ve rolünü iyi oynamalıydı.

Yeni dünyasına doyumsuz kokular salmalı, ailesini de görmezden gelmeliydi. İki ayrı Songül vardı içinde ve onları kontrol etmeliydi. Oysa o; gerçek bir gül gibi kendi bahçesinde yaşamak istiyordu.

Songül, duygu dünyasının baskısı altında ve onu bastırarak büyümeye çalıştı.  Ailesinin hasretini boşluğa haykırırken, yeni ailesini incitmeme gayretini bütün duygularını kontrol altına alarak sürdürdü. Çocukluğununsa  gömüldüğünü kabullenmişti.

Artık ergen olmuştu, fakat bu iki karakter arasında ki dalgalanmadan bir türlü kurtulamamıştı.

***Ne gülüşlerinde mutluluk, ne de göz yaşlarında feryat vardı.

***Ne bakışlarında cesaret, ne de hayallerinde umut vardı.

Ve on dokuzuna vardığında yeni bir dünyaya yelken açtığını farketti, “ Bir Delikanlıyla Yeni Bir Kadere Kaçış.”

Yeni bir kader...Yaşanmamış çocukluğun ve ergenliğin zemininde,  “Yeni Bir Kader”