İşler bazen bizlerin umduğu gibi gitmez. Bazıları ise yaşadığımız hakikatleri bilmeden bize ait işlerin tıkırında gittiğini zanneder. Ama işin içinde bulunanlar pek tabiidir ki neyin iyi ya da kötü gittiğini dışarıdaki insanlardan fersah fersah daha iyi bilir.

Bu haldeki insanlar durumlarını anlatırken "kazın ayağı öyle değil" derler.

Mesela kötü bir kimse, insanlara zarar veren bir kötülüğü ifşa ettiğinde söyleyenin kaynağına bakıp tedbirsiz davranamayız.

Futbolda şer bir şebeke şer bir meseleyi ortaya tüm çıplaklığıyla çıkardığında da kafamızı kuma gömüp kazın ayağı öyle değildi hikâyesiyle gerçekleri kundaklayamayız.

Öyle söylemle hakikati örtmek mümkün olsaydı Nasrettin Hoca, Timur'u kandırırdı. Lakin kandıramadı. Kazın ayağı öyle değil dese de kazın ayağının nasıl olduğu bir zaman sonra anlaşıldı.

İsterseniz deyimin şöyle nüzulünü bir inceleyelim...

Bu deyimin kaynağı yine Nasrettin Hoca’mız… Hoca bir gün Timur'a kızarmış bir kaz götürürken yolda canı çekmiş, hemen kazın bir bacağını sömürmüş, gövdesine indirmiş.

Hoca’yı huzura kabul eden Timur, bakmış ki kendisine sunulan kızarmış kaz tek ayaklı. Kendisi de malum topal. Hoca bunu bilerek hakaret olsun, diye yaptı sanarak, ona çok kızmış. Hoca durumu hemen sezerek:

- Ulu hakanım, bizim Akşehir'in kazları hep tek bacaklıdır. Bakın çeşme başındaki kazlara, demiş ve çeşme başında tek bacaklarını altlarına almış uyuklayan kazları göstermiş.

Timur, Hoca'ya bakarak gülmüş:

- Yoo, Hoca, kazın ayağı öyle değil demiş. Adamlarına çeşme başındaki kazlara değnekle dokunmaları için emir vermiş. Kazlar, uykularından uyandırılınca iki ayakları üstünde kaçışmaya başlamışlar. Hoca'nın yüzüne alaylı alaylı bakan Timur:

- Hani Akşehir'in kazları tek ayaklı idi, diye sorunca Hoca:

- Vallahi hakanım, eğer o değnekleri size vursalardı, tövbeler olsun, dört ayaklı bile olur kaçardınız, diye cevap vermiş.

Hayır, biz kazın ayağı nasılsa onu öyle anlatmalıyız. Şike ile malı götürüp kazın ayağı öyle değildi diyerek sömürdüklerini örtemezsin. Bir Aksak Timur seni havuz başına götürür. Belki aradan zaman geçer zira eninde sonunda o havuzun başında kazın ayağının gerçeğini görürsün. Ama bu FİFA olur ama İlahi adalet olur. Eninde sonunda herkes yaptıklarının cezasını çeker.

Meşhur bir şikâyet mektubu var bizim literatürümüzde: Şikâyetname...

"Şikâyet-nâme" şair Fuzûlî'nin kendisine bağlanan maaşı alamaması üzerine yazdığı mektubudur. Kanuni Sultan Süleyman 1534 yılında Bağdat'ı fethettikten sonra Fuzuli padişaha kasideler sunmuş ve bunun üzerine padişah tarafından beğenilen kasideler karşılığında şaire 9 akçelik maaş bağlanır. Ancak Fuzuli maaşını alamayınca, bürokrasiyi, rüşvetçiliği ve yozlaşmayı yeren kafiyeli nesir tarzında Şikâyet-name’yi yazmıştır. Özellikle "Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar" mektubun en bilindik cümlesidir.

Bizim de feryatlarımızı rüşvet değildir diye anlamayanlar gün gelir kazın ayağının öyle olmadığını anlar.

"Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar" diye şikâyet edilen vakıftaki o kötü yüzlerin de maskesi düşer. Biliriz ki bu dünyada da hesap sorulur.