Çocukluğumuz bir güvercinin ruh tedirginliğine benzer!.. hem ürkek hem de merak yoğun izleklerden kendisine bir yol bulur akar gider.

                Biliyorum, o içtenlikli saf ve temiz günlere yeniden dönebilmek imkansız ötesi olsa bile, yine de dinlemekten inanılmaz keyif aldığımız Ninelerimizin ruhlarımıza dokunan, bizi zenginleştiren o doyumsuz masallarından nice yaşanmışlıklar, nice dersler ”kıssadan hisse” serilir gözlerimizin önüne.

                Kıssa öyle sıradan bir hikaye değildir. Kıssa bir yoldur, normal koşullarda söylenemeyen şeyleri söylemenin bir yoludur… yalnızca dolaylı yoldan ima edilebilecek şeyleri ima etmenin yolu.

                Şimdilerde kıssalar dünyadan silinip gittiler çünkü o kıssaların yaratıcıları ve aktarıcıları olan o güzel insanlar da bu dünyadan göçüp bizi terk ettiler.

                Franz Kafka o nadide insanlardan sadece bir tanesi idi; Anlatmak istediğinin yazılamaz bir şey olduğunu söyleyen Kafka yazmamak için büyük çaba sarf etmiştir. Çok çabalamış fakat yazma isteğini kontrol edememiştir.

                Günlüklerinden birinde “Yazıyorum çünkü yazmamak çok zor ve biliyorum ki yazmak da öyle. Başka bir yol bulamadığım için yazıyorum.” diye belirtmiştir. Öldüğünde bir arkadaşına bıraktığı vasiyette;

                “Yazdığım her şeyi, günlüklerimi, hikayelerimi, kıssalarımı, taslaklarımı, notlarımı, hepsini yak lütfen. Ve lütfen okumadan yak çünkü bu benim sürekli olarak söylenmesi imkansız şeyleri söylemeye çalıştığım endişesinden kurtulabilmemin tek yolu.

Direnemediğimden, kendimi kontrol edemediğimden dolayı yazdım hep. Yazılması imkansız şeyler olduğunu bildiğim halde yazmamalıydım, şimdi senden ricam hiçbirine dokunmadan tümüyle yok etmen, yakmandır. Geriye hiçbir şey kalmamalıdır.” Demiştir. Ancak arkadaşı bu vasiyeti yerine getirmemiştir.

                Kafka’nın Kıssalarından birini izninizle paylaşmak istiyorum.

                “Atımın ahırdan getirilmesini emrettim. Hizmetçi söylediğimi anlamadı. Ben de kendim ahıra gidip atımı eyerledim ve üzerine bindim. Uzaktan bir boru sesi duydum. Hizmetçiye sesin ne anlama geldiğini sordum. Hiçbir fikri yoktu üstelik sesi de duymamıştı.

                Kapıda bana ‘Nereye gidiyorsunuz efendim?’ diye sordu.

                ‘Bilmiyorum,’ dedim ‘Buradan uzak bir yere. Sadece buradan uzağa, hep buradan uzağa… Böyle böyle varmak istediğim yere ulaşacağım.’

                ‘Peki varmak istediğiniz yer neresi?’

                ‘Söyledim ya’ dedim, ‘buradan uzak bir yer, varmak istediğim yer orası.’

                ‘İyi de yiyecek içecek erzak almadınız’ dedi.

                ‘Gerek yok,’ dedim. ‘Yolculuk o kadar uzun ki yol boyunca bir şeyler alacak yerler bulamazsam açlıktan ölmem lazım. Yolculuk çok uzun olduğu için yanıma alacağım erzak buna yetmez, hem o kadar yiyecek içeceği de ben taşıyamam… Neyse ki hiçbir erzağın beni kurtaramayacağı kadar uçsuz-bucaksız bir yolculuk bu.”

                                Kafka uçsuz-bucaksız bir yolculuktan bahsediyor. Gerçekten de sonsuz çünkü buradan uzakta olana asla ulaşamazsınız. Nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz, kesin olan tek şey buradan ve bu andan  uzağa gittiğiniz…

                               “Buradan uzakta” ya nasıl varabilirsiniz?

                Ulaştığınız yer yine burası olacak… Ve sonra tekrar buradan uzaklaşmaya çalışacaksınız. Eğer buradan uzaksa varılacak yer, o zaman oraya ulaşmanın bir yolu yok.

                               Bu kıssanın yaşam biçiminiz olmasına asla müsaade etmeyin. Genellikle herkes, bilerek ya da bilmeyerek bunu yapıyor. Buraya doğru, bu ana doğru hareket etmeye başlayın.

                               İşte o zaman kocaman bir mutluluk yaşanacak, o kadar büyük bir mutluluk ki bu coşup taşacak. Salt size haz vermekle kalmayıp, ikliminiz olmaya başlayacak… Sizi çevreleyen öylesine bir bulut haline gelecek ki; size yaklaşan herkes aynı iklimle dolup daha da çoğullaşacak.(*)

Yaşamın bize cömertçe sunduğu kıssalar dan pay alacağımız güzel bir hafta diliyorum.                        

(*)-Osho-Dingin Ruh, Gürültücü Zihin