1820 yılının 12 Mayıs’ında İtalya’nın Floransa kentinde bir İngiliz kızı dünyaya geldi. Adını doğduğu kentten aldı. İngiltere’de büyüdü.  Zengin ve kültürlü bir ailenin çocuğu olarak iyi bir eğitim aldı.

 Yaşıtları gibi göz süzüp yanak kızartarak, adı adına soyu sopuna uygun bir koca  beklemedi de!.. Çocukluğunda üzüntüyle gözlemleyip, dert edindiği; hastalarla yeterince iyi ilgilenilmediği düşüncesinden hareketle bu meslekle uğraşmaya karar verdi.

                        Gençlik yaşlarına bastığında, ailesinin tüm ısrarlarına rağmen, hastabakıcı oldu. Daha sonra bu meslekle ilgili eğitim almak için İngiltere ve Avrupa’nın çeşitli yerlerini gezdi. Zarif ve güzel bir kadın olarak, başta kendisine her zaman desteğini esirgemeyen Houghton Lordu olmak üzere pek çok talibi oldu, ancak Bu tekliflere rağmen Nightingale idealist birisi olarak evlenerek evine ve kocasına bağımlı kalmak istemedi ve hemşireliğe devam etmek istedi.

                        Almanya, Fransa ve İtalya’da tıp eğitimleri aldı. Daha sonra Yunanistan ve Kahire’ye giderek farklı coğrafyalardaki durumu ve uygulamaları gözlemledi. Hayatı boyunca kendisini bu göreve “Tanrı’nın çağırdığına” inanıyordu.

                        Sonra savaş bulutları çatıştı, 1853 yılında Kırım Savaşı patlak verdi ve Rusya’nın boğazlara inmesini istemeyen Avrupalı devletler Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Bu savaş sırasında İngiltere Kırım’a yüz bin İngiliz askeri göndermişti.

                        Savaştan kısa süre sonra Kırım’da bir anda Kırım Humması denilen hastalık patlak verdi ve İngilizler zaferleriyle övünürlerken, sayıları bini aşan İngiliz askerinin İstanbul’da ince battaniyelerin altında bakımsızlıktan bitap düştüğünü öğrendiler.

                        Bir anda  Londra’da krize yol açan bu olay sonunda  Savaş Bakanı Sidney Herbert, yıllar önce tanıştığı Florence Nightingale’e, Londra’daki ekibini alarak İstanbul’a gidip İngiliz askerlerine bakmalarını rica etti. Bu idealist ve hümanist kadın görevi kabul ederek otuz sekiz kişilik gönüllü hasta bakıcı ekibiyle yola çıktı.

                        İstanbul-Üsküdar’daki  III. Selim’in yaptırdığı Selimiye Kışlası kolu bacağı kopuk, ciğerleri delik, başı gözü kan içinde, yaralı, hummalı Türk ve İngiliz askerleri ile dolu idi… Florance Nightingale ekibiyle Üsküdar’a vardığında hastaların savaş yaralarından çok, bakımsızlık, sıtma ve çeşitli bulaşıcı hastalıklar nedeniyle öldüğünü gördüler.

                        Yoğun ve özverili bir çalışma sonucu, gerekli malzemenin tedariki ve eksiklerin giderilmesiyle, hastaneyi sağlık-hijyen koşullarına uyumlu bir hale getirerek,,, hastalarıyla gece gündüz demeden ayrımsız ilgilendi…

                        Ölüm oranını % 42’den % 2’ye indirdi. Geceleri ışık yetersizliğinden dolayı ay ışığı altında hafif bir gaz lambasıyla koridorları dolaşmasından dolayı The Lady with the Lamp  yani Lambalı Kadın lakabını aldı.

                        Selimiye kışlasının güney kulesine yerleşen Florance Nightingale ilk gecesinde günün tüm yorgunluğuyla yatağına uzandı. Yanından hiç eksik etmediği gaz lambasına üfledi. Odayı önce karanlık sonra da Marmara’nın ay ışığı doldu. Ardından, Sarayburnu’na, Süleymaniye’ye, Halice bakan pencereden içeriye elinde gümüş bir şamdan, bin yıl gerisinin giysileri ile, içten ışıklı yüzlü bir kadın girdi. “Hoş geldin” dedi!

                        Sonra, iki yıl süreyle, her gece sabaha dek…Selimiye kışlasının güney kulesinde bir ışık yandı. Hiç sönmedi. Tüm hastaların yaralıların umudu gibi.

                        Selimiye Kışlası’nda işleri yoluna koyduktan sonra Kırım’daki askerlerin durumunu görmek istedi ve tedavisi tamamlanmış 420 askerle birlikte Kırım’a gitti. Burada savaş sahalarında çalıştı ve çok geçmeden Kırım Humma’sına yakalandı. İki hafta boyunca ölümle pençeleşti. Sağlığına kavuşur kavuşmaz, İngiliz hükümeti ve ailesinden İngiltere’ye dönmesi yönünde gelen bütün ısrarlara rağmen, savaş bitene kadar Kırım’da kaldı.

                        Bu büyük özverisi nedeniyle İngiltere’de büyük bir kahraman olarak anılmaya başlandı. Londra’ya dönüşünde kendisini karşılamaya gelen coşkulu kalabalığa fark ettirmeden sessizce evine gitmeyi yeğleyecek denli, sade, gösterişten uzak ve mütevazi bir yürek taşıyordu.

                        Hayatı boyunca elde ettiği birikimiyle bir hemşirelik okulu açtı ve bu önemli adımla Hemşirelik bir meslek dalı olarak kabul edildi. Hemşire yetiştirmede çağdaş yöntemlerin uygulanarak ilk modern hemşirelerin yetiştirildiği aynı yıl, yazdığı Notes on Nursing – Hemşirelik üzerine notlar kitabı yayınlanarak yabancı dillere çevrildi.

                        1907’de o güne değin hiçbir kadına verilmeyen  Liyakat Nişanı aldı ve 104 yıl önce, 13 Ağustos 1910 tarihinde hayatını kaybettiğinde, geride modern bir hemşirelik okulu, bir çok idealist öğrenci ve onun sayesinde sağlığına kavuşmuş insanlar bıraktı.

                        1961 yılında Şişli’de açılan ilk Yüksek Hemşirelik Okulu’na Florence Nightingale’in ismi verildi ve bu kurum günümüzde hastane görevi görmeye başladı.

                        Florance Nightingale’in doğum günü olan 12 Mayıs tarihleri halen tüm dünyada Hemşireler Günü olarak kutlanılır.

                        Şimdilerde, heybeti ve görkemiyle göze çarpan dört kuleli Selimiye Kışlası 1.nci Ordu Komutanlığı Karargahı olarak kullanılmaktadır.

                        Kışlanın bir diğer özelliği ise “Lambalı Kadın” namıyla ünlü Florance Nightingale’in o günkü özgün haliyle korunan odası Florance Nightingale MÜZESİ olarak yer almasıdır.

                        Sarı, büyük, İki yüz yıllık yerleşik. Ama artık Selimiye kışlasının Güney Kulesinde o insancıl sevgi ışığı artık yanmıyor!  Kimseler de o mekan ve daha nicelerindeki yaşanmışlıkları,.. insanlığa adanmışlıkları anmıyor, anımsamıyor!

                        Aydınlık bir hafta dileklerimle.