Dünyada Türkler kadar değişik coğrafyalarda yaşayıp onlarca devlet kurarak hayatlarını insanlığın hizmetine adamış başka bir millet yoktur. 25 milyon kilometrekareye varan kara ve 80 milyon kilometrekareye varan deniz hâkimiyeti ile muhteşem bir mazinin sermayesi sadece Türklere aittir. Bu göz kamaştıran ihtişamın asırlar boyu sürmesi, doğudaki ve batıdaki bütün mazlum, mağdur ve yağmalanmış millet ve medeniyetlerinde aynı zamanda umut ışığı olma özelliği taşıyordu.

İneğe ve keçiye tapınmanın din zannedildiği Hindistan’a Tac Mahal gibi muhteşem bir eseri kazandırıp milyonları İslam’ın şerefi ile şereflendiren Türklerdi. Bu gün dünyanın uyuşturucu pazarı ve üretim merkezi olduğu için ölümün kol gezdiği Afganistan’a medeniyeti getiren Türklerdi. Dünyanın en güçlü sömürgeci gücü haline gelen Çin’e 3 bin kilometrelik Çin Seddi’ni yaptıran Türklerdi. 1925 yılına kadar doğunun uzlaşmaz devleti İran’ı yöneten Türklerdi. Moskova’yı Altınordu devletine başkent yaptığı zaman Rus knezliklerinin kendi merhametine sığınmasına müsaade edip, geniş Orta Asya bozkırlarından, Sibirya düzlüklerine, Kiev’den Orta Avrupa’ya kadar zalimlerin zulmünü; merhamet, adalet ve kuvveti ile ortadan kaldıran Türklerdi.

Anadolu’daki Bizans zulmünü, Ortadoğu’daki kavimler sefaletini ortadan kaldırmak için hareket edip, mübarek bir Cuma günü, atının kuyruğunu bizzat kendi bağlayarak, Cuma hutbesini irat edip; “Din için, vatan için, insanlık için savaşmak isteyenler arkamdan gelsin, istemeyenler ise karılarının yanına dönsün” emri ile ileri atılıp Malazgirt’te bundan tam 948 yıl önce, bundan sonrasının haritasını çizen yine Türklerdi. Ordularının çokluğuna güvenip sarhoşluğunu görmeyen, Anadolu insanının varlığını kendi sermayesi sayan, onlara inanç hürriyeti bile tanımayan köhnemiş Orta Çağ zihniyetinin Anadolu’daki son temsilcisi Bizans Malazgirt aslanlarının sadece bir günlük kahramanlıkları ile tarihin kalıntıları arasında güneş batmadan yerini almıştı.

Kurumuş çalılıklar arasında, tıpkı Büyük Taarruzda, Yunan ordularının komutanı General Trikopis gibi yakalanıp Alpaslan’ın huzuruna getirilen Romen Diyojen Sultan Alpaslan tarafından affedilmişti ancak, kendi halkı tarafından gözlerine mil çekilerek dünyası karartılmıştı. Malazgirt zaferi ile kararan sadece Romen Diyojenin gözleri değil, karanlıktan beslenen batı medeniyetinin Anadolu’da ve Ortadoğu’daki bütün varlıklarıydı.

Türklerin Anadolu’ya girişleri bütün mazlum halkların bir kurtuluş ümidi olmuş, başta Ermeniler olmak üzere, Bizans’tan baskı gören bütün halklar kendi istekleri ile Anadolu’da Türk’ün merhametine sığınarak, asırlarca huzur ve barış içerisinde yaşamışlardı. Ne var ki; uzun asırlar süren bu huzur dönemi, batının Anadolu’ya tekrar dönmek istemesi ile tekrar bozularak bölgede kudretli hâkimiyeti olan Osmanlı devletini önce sarsacak ve nihayetinde ise yıkarak eski gücünü elde etmenin heyecanını yaşamak isterken önlerine, bu milletin ölmediğini, ölmeyeceğini haykıran Anadolu yiğitleri çıkacaktı.

Mondros ateşkes anlaşması ile başlayıp, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve Dumlupınar zaferi ile sonuçlanan bu son hamlesi ile Türk milleti büyük komutan ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşları ile yeni bir destan yazarak, son sözünü söylemişti:

Bir kere daha bilinmelidir ki; Malazgirt ön sözümüz, Dumlupınar son sözümüzdür.