Öğretmen arkadaşım Eyüphan Çelik anlattı. Öylesine ilginç bir yaşanmışlık öyküsü ki “Bunu yazmadan olmaz.” dedim.

Şimdi ben aradan çekiliyorum. Sizleri hocamın anısıyla baş başa bırakıyorum.

“Yıl 1996 sonu ya da 1997 başlarıydı. Giresun’un Güce ilçesinde görev yapmaktaydım. Duyduk ki ilçedeki TEDAŞ binası soyulmuş. Binanın önündeki Türk bayrağı indirilip alınmış, götürülmüş. Ayrıca binaya girilmiş, içerideki faks makinesi ve telsizler alınmış ve duvara da ‘Hepinizi öldüreceğiz KKÇP.’ yazısı yazılmıştı.

O günlerde Güce karakol komutanından PKK teröristlerinin Karadeniz civarında görüldüğüne dönük istihbarat aldıklarını, ancak buralarda barınamayacaklarını değerlendiren sözler işitmiştik. Tam da bu konuşmaların konuşulduğu bir zamanda TEDAŞ'ın soyulması olayı meydana gelince herkesin aklına “Güce'ye PKK mı sızdı?” şüphesi düştü. Hatta o dönemde hem görsel hem de yazılı basın bu yönde haberler yaptı.

Bu tür dedikodular artınca ilave kuvvet olarak Tirebolu’dan ilçeye takviye ekipler geldi. Olayı incelemek için ilgililer bir ekip kurdu. Görgü tanıklarından biri, olayın olduğu gece TEDAŞ civarında öğrenci olduğunu zannettiği bir kişiyi gördüğü yönünde ifade verince gözler ilçedeki lise öğrencilerine çevrildi. Karakol komutanı görev yaptığım okulun erkek öğrencilerini karakola alıp teker teker sorgulamaya başladı. İfadeleri alınan öğrenciler korku, panik ve endişe içindeydi. İçlerinden bir öğrenci bu buhranlı havayı berhava edercesine “Hepinizi kurtaracağım.” diyerek bir nara attı. Komutan hemen şimşekleri üstüne çeken bu öğrenciyi çağırdı. “Fail benim.” itirafında bulunan bu öğrenci hemen adliyeye sevk edildi. İşlemlerin ardından öğrenci yıldırım hızıyla hakim karşısına çıkarıldı. Hakim tok ve haşmetli sesiyle öğrenciye sorudu: “Oğlum bayrağı niçin indirdin ve götürdün?”

Öğrenci hakimin o hiddetli sesine aldırmadan gayet sakin bir şekilde:

“Sayın hakim bey; ben oradaki yetkilileri ikaz ettim. Şu bayrağı değiştirin ya da yıkayın, çok kirli. Değiştirmediler. Evet ben bayrağı aldım. Şimdi ne oldu? Tabiki yenisini direğe çektiler. Fena mı oldu?”

Hakim şaşkın sorguya devam etti:

“Peki oğlum telsizi ve faksı niye aldın?”

“Sayın hakim bey cevap vereyim. Benim bildiğim telsiz memurun her zaman yanında olmalı. Bakın bu olaydan sonra ilgili memurlar artık telsizi kendilerine hanım yaptılar, evde bile yastıklarından ayırmıyorlar. Faksı ise çalışma sistemini çözmek için aldım. Gavurun malına bakarak milli bir ürün ileride yapabilir miyim merakıyla geçici olarak yurda götürdüm. Yurt da devletin yeri. Faks ha TEDAŞ’da ha diğer bir devlet mekanında bulunmuş ne fark eder?”

Hakim hem şaşkın hem de bu fütursuz konuşan delikanlıya ilginç cevapları için içten içe gönlünde bir sevgi şûlesi tutuştuğunu hissettirerek sormaya devam eder:

“Peki oğlum TEDAŞ’a nasıl girdin?”

“Buna da gerçekleri örtmeden cevap vereyim. Ben TEDAŞ’taki yetkililere dedim ki bu devlet kurumu şuradan geçilip soyulur. Şuraya demir parmaklık yapın! Onlar beni belki de çocuktur diye dikkate almadılar. Peki şimdi ne oldu? Olayın üstünden bir iki gün geçmeden demir parmaklıkları yaptırdılar. Bize edebiyat öğretmenimiz ‘Nush ile uslanmayanı etmeli takdir/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ beytini öğretti. Ben de bunu hayata geçirdim. Hata mı ettim?”

Hakim öğrenciyi dinledi, onun boynundaki “bozkurt” kolyesini de görünce “Sen bayrağa düşman olamazsın.” bu belli. Öteki suçlarının da izahını avukatlara ders olacak bir mantıkla anlattın. Bu nedenle sana ceza vermiyorum. Beraat dedi. Yalnız öğrenci kabahatler kapsamında okul disiplinine sevk edildi, üç gün uzaklaştırma aldı.

Şahit olduklarını ve duyduklarını anlatan Eyüphan Bey daha sonra öğrenciye şunu bizzatihi sormuş:

“Tamam her şeyi anladık da şu KKÇP nedir?”

“Hakim Bey'e de söyledim hocam; Kızıl Kurdun Çelik Pençesi.” demiş.

Bir yazar olarak Eyüphan Bey’e “Delikanlıyı sen önceden tanır mıydın?” diye sorunca...

“Tanırdım. Öğrencinin ülkücü cenahtan olduğunu da bilirdim. Bayrağı çok sevdiğini hatta yatılıdaki dolabının iç ve diş kapağında Türk Bayrağı astığını görmüştüm. En son muhabbetimizde de “Tamam oğlum kurdu anladık da şu kızıl kelimesi neyin nesiydi?” diye sorunca “Orası da işin aldatmacası.” demez mi?”

Eyüphan Bey anısını adeta yeniden yaşıyormuşçasına:

“Gel de unut, kardeşim Turgut!” sözüyle tamamladı.