Yıl 1973, yani bundan tam 47 yıl öncesi. Yer Sürmene Lisesi, ders kompozisyon, lise bitirme sınavındayız. Hocamız geldi, meşhur edebiyat öğretmenimiz, şu anda Bahçeşehir Üniversitesi’nde görev yapan ismi bende saklı bir öğretmenimiz. Çıkarın kalemlerinizi, idarece hazırlanan kâğıtlar dağıtıldı ve başla komutu ile biz yazmaya başladık. Bu sınav için öğretmen bir konu başlığı verirdi, bizler de onu açıklayan bir kompozisyon yazardık. Öğretmenimiz konu başlığını söylüyorum diyerek bize şunu yazdırdı; “İnsanlar da koçlar gibi kafalarıyla döğüşürler”

Hepimiz hatırlarız ki; kompozisyon sınavlarında, öğretmenler konu başlığını verdikten sonra, bu derste kopya çekme ihtimali görülmediğinden sınıflara ara sıra bir göz atarlar, öyle dikilip beklemezlerdi. Ben hemen bundan yararlanarak; önce arkamdaki arkadaşımın kâğıdını alıp, benimkini ona vererek kompozisyonunu yazdım, sonra aynı metot ile önümdeki ve iki yanımdaki arkadaşlarıma aynı başlık fakat farklı anlatımlarla kompozisyonlarını yazdım. En sonunda görevini başarmış olmanın rahatlığıyla, aynı başlıkla kendi kompozisyonumu yazdım ve sınav bitince kendimizi okulun bahçesine attık. Birbirimizle kucaklaşmamız “hababam sınıfı” görüntülerini geride bırakmıştı. Hepimiz çok mutluyduk ve ayrıca ben çok sevinçliydim, çünkü dört tane arkadaşımın tabiri caizse hayatını kurtarmıştım.

Liseyi bitirmenin mutluluğu ile sınav sonuçları açıklanacağı güne kadar köylerimize dönmüştük. Sonuçların açıklanacağı gün erkenden okula geldik ve hemen asılan listelerde kendi isimlerimizi bularak notlarımıza baktık. Ben kendi ismimin karşısındaki yüksek notları görünce çok keyif aldım, ancak bir not gözüme takıldı, dersin karşısına iki yazıyordu! Bir an durakladım, tekrar baktım evet basbayağı iki yazıyordu. Hangi ders diye tahmin yürütseniz asla tahmin edemeyeceğinizi iddia ederek söyleyebilirim ki bu ders maalesef kompozisyon dersiydi. Ayni başlıkta dört ayrı arkadaşıma da ayni sınavda kompozisyon yazmıştım, birde onlara bakayım dedim, gördüm ki, onların notları, yedi ile dokuz arasında değişiyor ve hepsi de okulu bitirmiş oluyorlardı. Ben o şaşkınlıkla bir yanlışlık olmuş idareye sorup düzelttiririm diyerek okula girip idareye yollanıp durumu anlattım. Aldığım cevap olumsuzdu. Dünyalar başıma yıkılmıştı! İnanamıyordum, ben kompozisyondan kalmıştım, böyle bir şey rüyada görsem inanmazdım. Öğretmenimizi aradım, bulamadım. Nedense okulda olması gereken öğretmenimiz, listelerin ilan edileceği gün okula gelmemişti.

Sınıfını geçen arkadaşlarımın teselli çabaları nezdinde, üzgün ve de hayal kırıklığı ile dolu olarak dört kişi kaldığımız ilçe merkezindeki emektar kiralık odamıza döndüm. Durdukça hüzünleniyor, hüzünlendikçe kinleniyordum. Nasıl olur, öğretmenimiz beni en başarılı olduğum dersten, üstelik çokta güzel yazdığım bir kompozisyona rağmen sınıfta bırakabilirdi. Odada arkadaşlarımın da yokluğunun duygusallığı ile yumruklarımı sıkıp köşelere saldırmışım. Tam o sırada iki arkadaşımız odaya girdi ve beni sakinleştirmeye çalıştılar, oturup konuştuk. Meğer onlar da bu durumu öğrendikten sonra öğretmenle konuşmaya gitmişler, öğretmeni bulup konuşmuşlar. İlginç bir durum anlattılar bana. Öğretmenimiz onlara durumu harfiyen anlatmış. Böyle bir cezayı hak ettiğim konusunda onları ikna etmeye çalışmış ancak arkadaşlarımız ikna olmamışlar.

Meğer ben lise ikinci sınıfta edebiyat öğretmenimizin dersinde öğretmenimiz; Türk Destanlarını anlatırken ona bir çıkışta bulunmuşum. O da bunu çok bilinçli bir çıkış olarak düşünüp rövanşı benden lise son kompozisyon sınavında aldığını açıkça beyan etmiş. Olay şöyle olmuştu; öğretmenimiz Türk destanlarını anlatırken, işte çocuklar, Ergenekon, Bozkurt, hart-hurt diyerek bu tür şeylere inanmadığını söyleyince, ben de sadece konuşmayı sevdiğim için parmak kaldırıp demişim ki; “öğretmenim bir insanın bir şeye inanmaması, o şeyin gerçekten olmadığına delil midir?” Öğretmen şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi ve cevap vermekten kaçınarak başka başlıklarla konuya devam etti. Ama ben öğretmenin yüzünden bu soruma karşı bana çok kızdığını o gün hissetmiştim. Beni bilinçli olarak böyle bir soru soran insan yerine koymuştu! Hâlbuki benim amacım sadece düzgün konuştuğumu ifade edebilmek gayretiydi. Ama bu gayret böyle bir hatırayı yaşamama sebep olmuştu!

Hayat bu insanın başına neler gelmez ki!

Ömür dediğin ne ki?