Çözümleme noktasında katkı üretmeyip, salt yakınıp eleştirmenin pratik karşılığının olmadığı yaşamla sabit... Belki vicdanımızın sesini susturmak açısından bir yararı olmuş olabilir!..

“Ne yapayım, yakınıp-eleştirdim” , “Talan-Yıkım-Soygun ekibine katılmadım, ama elimden de daha başka bir şey gelmedi” diyerek vicdanını susturmaya çalışmak da bir başka aldatmacadır, insanın kendisini düşünce ve duygu bağlamında aldatması da bir kişisel eksikliktir, ayıptır, ahlaki yoksunluktur.

Yaşamın her alanında olduğu gibi toplumsal olaylarda da çözüm için öncelikle doğru tanı ve saptama gerekir. Sorun veya çözümsüzlükler nereden temelleniyor? Neden-sonuç ilişkisini doğru kurmak zorundayız.

Toplumsal olayların, çözümsüzlüklerin nedenini salt kişilerde, liderlik tutkusuna kapılmış olanların kişisel eksikliklerinde, yetmezliklerde aramamalıyız. Kimileri büyüklük tutkusuna, Megalomani’ye kapılır, kendisinde bazı yetenekler, erdemler bahşedildiğini sanır, bu tür kuruntulara kapılır… övünmekten ve övülmekten sonsuz bir haz alır!

Kimileri özseverdir (narsisit) ; salt kendine önem verir, kendine hayrandır. Kimileri bu bağlamda daha ileri gider, kendini tanrının insanlığa bir lütfu, bir armağanı olarak görmeye başlar…

Kimi sadece bencil, benmerkezcidir. Kimi parasızlık, eğitim düzeyinin düşük oluşu, başarısızlık, ailesinin sosyal statüsü gibi nedenlerle eziklik duygusuna aşağılık kompleksine kapılmıştır, yaşamı boyunca, ne yolla olursa olsun, nereden gelirse gelsin, para kazanarak, belli konumlar elde ederek, bu duygusunu, ezikliğini gidermeye çalışır.

Kişilerde tutkular, sanılar, kuruntular, hatta psikolojik bozukluklar olabilir; İsteklerini etik olmayan kurallar ve çıkarsamalar içinde tatmin etmeye de yönelmiş olabilirler. Biz toplum olarak genelde sorunların kaynağını genelde kişilerde görme eğilimi içindeyiz. Çoğu kez kişiler değişirse sorunların çözülebileceği gibi bir düşünceye kapılırız.

Kuşkusuz kişilerin nitelikleri önemlidir, kişiler etkili de olabilir. Ancak aynı ortamda çok farklı yapıdaki kişilerin ön plana çıkması, değişim sağlanması olası mıdır?

Deneyimlerden süzülmüş bir özdeyişimiz vardır; “Gelen gideni aratır.” Bu tarihsel önermenin nedenlerini hiç araştırma gereği hissettik mi? İrdeledik mi?

Yıllar var ki aynı motiften iktidara taşınan partilerin! Başkanlarında çokça ortak noktalar görüyoruz. Benmerkezci ya da Ben odaklı yönetim anlayışı;

Aşırı övünme, ayrımcılık; övenleri, bağlılık gösterenleri, kamu olanaklarından ödüllendirme… eleştirenleri bir biçimiyle cezalandırma,

Kişisel talepleri yasallaştırarak ya da hükümet programına koyarak uygulamak; ucuz halk dalkavukluğu…

Sandıktan çıkmak adına her türden çirkin ilişkiyi mubah görmek…

Sandıktan kendisinin çıkması koşuluyla demokrasi, benden sonra tufan anlayışı ile ekonomi yönetimi…

Göz boyayıcı, pembe tablolar çizen popülist yaklaşım ve en kabul edilemez olan, dinin amaçlara alet edilme alışkanlığı.

Bir zamanlar, bir eski başbakanın ifadesiyle; “Odunu aday göstersem, milletvekili seçilir” anlayışının egemen olduğu, parti demek ben demek kavrayışı ile yönetmek.

Kabahat ve eksiklik Odunu, Milletvekili  diye toplumun önüne koyanda mı, yoksa bunu kabul edip, içine sindirip avuçlarını patlatırcasına alkışlayıp, oy verenlerde mi?

Asıl sorun, kişilik noksanlığı , kendini odunla yönetilmeye layık görünen de, veya odun yerine konulanlarda değil mi sizce?

Güzel bir hafta dileklerimle.