Telefonun cırtlak sesiyle uyandım.

Rahatsızlığım nedeniyle erkenden yatmıştım.

Uyuyuncaya kadar ertesi günkü televizyon programımı birkaç kes zihnimde pişirmeye çalışmıştım.

Derken uyumuşum. Ses çok uzaklardan geliyordu.

Dünyanın öbür ucu. Avustralya. “Ben sakız kız” dedi. “Hocam ellerinden öpüyorum. Ben sakız kız.”

Ses tanıdık gibiydi.

Bu ses beni kırk yıl öncesine götürdü.

Tokat ili, Ticaret Lisesi. Sakız kız lakaplı tatlı mı tatlı, şirin mi şirin bir kızımız.

Kendi köyünden lise seviyesinde okuyan ilk öğrenci. Annesi Çamlıbey yaylalarından topladığı çam sakızlarını köy pazarlarında satar, kız çocuğunu bu şekilde okutmaya çalışırdı. Sakız kız o yörede bir ilke imza atmıştı. Ne pahasına olursa olsun, bu kız hemşire olmalıydı. Tüme hedefi, ailenin tüm gayreti bu amaca yönelikti. Annesinin sakız parasıyla okuduğu için okulda ona “ Sakız kız” derlerdi. O bu unvandan hiç ama hiç gocunmazdı. İçten içe hoşlanıyordu da…

Birkaç kes bu konuda sınıf arkadaşlarını uyarmıştım. “Yakışmıyor, çocuklar arkadaşınızın gururu incinir” demiştim. “Sakıncası yok öğretmenim, bu hitap beni mutlu ediyor” demişti. Çalışkandı. Titizdi. Derslere sakız gibi yapışırdı.

Dersi öğrenmeden sınıftan çıkmazdı. Öğretmenlerinin ağzından çıkanları not etmeye çalışırdı. Çoğu kes ders kitaplarını bulup alamazdı. Arkadaşlarından ödünç kitap alıp çalıştığını duyardım. Sınıf öğretmeni (Rehber Öğretmen) ben değildim, ama onu teşvik etme adına onunla yakından ilgilenirdim. Okul piyeslerinde, sene sonu etkinliklerinde – çoğu kez – başrolü o oynardı. Tatlı, güçlü, inandırıcı bir üslubu vardı. Özgürlük Savaşı yıllarında Atatürk’ün yakın arkadaşı Halide Edip Adıvar rolünü o oynamıştı. O sahne defalarca gözümün önünde canlandı.

Öğretmenim, dedi. Hatırladınız mı? Ben Sıdıka. Sakız kız, Sıdıka. Hatırlamıştım. Dünyalar benim oldu. Ses uzaydan gelir gibiydi. Telefon numaramı Turkcell den arayıp bulmuş. Bulunca çok sevinmiş. Neden sonra bu saatte arayabilmiş. O anda orada saat gündüz 15’miş. Biraz kendinden bahsetti. Siyasal bilgilerden sonra iki üniversite daha bitirmiş. Şuanda büyükelçiymiş. Görevini açıkça anlatmak istemeyen bir tavrı vardı.

Bilmiyorum.

Orada da telefonlar dinleniyor mu? Bana çok ilginç bir olay anlattı. Her yıl yerel bayramlarda – özelikle - Türkler özel bir yemek düzenlerlermiş. Avusturalyalı konukları da olurmuş. Üst düzey bürokratlar…

Bu yılda böyle bir düzenleme yapılmış. Sıdıka hanım çocukluk yıllarında annesinden öğrendiği lahana sarması pişirmiş. Öğretmenim, diyor Allah seni inandırsın, hiç kimse diğer yemeklerden yememişler. Bir tencere sarma bir solukta tükenmiş. Şimdi öteki büyükelçilerin eşleri bu yemeğin tarifini almak için sıraya girmişler.

Sıdıka’nın, sakız kız’ın, sarı kızın bu güzel ülkeyi deniz ötesi ülkelerde de başarılı bir şekilde temsil edeceğine inanıyorum. Çünkü bu kızımız bu ülkenin özgürlüğünü tattı. Havasını, suyunu içti. Bizi biz yapan değerleri yaşayarak özümsedi. Engelleri uçarak değil, sürünerek aştı.

Yolunuz açık olsun sakız kız. Çiçekler kadar güzel bu yüce ülkeyi yücelteceğinize yürekten inanıyorum. Yolunuz açık olsun güzel kızım, yolunuz açık olsun…