Bir seçim arkada kaldı. Her ne kadar eksikleri, yanlışları, antidemokratiklikleri varsa da eleştiriler, doğrular, öngörüler, haklılıklar sonucu değiştirmeyecektir. Ama bilinmesinde yarar vardır.

Muhalefet müthiş bir şaşkınlığın, hüsranın ve küskünlüğün içerisinde, ağzını bıçak açmıyor. “Kazanacağız” inancının ardından tüm hesaplar, kitaplar altüst oldu. Çok güvenilen anketler, seçim öncesi önerilen “dahiyane görüşler, düşünceler” çöpe atıldı. Tüm kafalar “seçimi kaybetmenin yarattığı tıravmaya” kilitlendi. Ve suçlular aranıyor.

Liderler en ağır ve acımasız biçimde eleştiriliyor. “İttifak ortaklarına bu kadar vekil verilir miydi? Hele o, sakıncalı aday Çankaya’dan nasıl gösterilirdi?” Herkes, “ben dememiş miydim” allameliğinde; “kaybedileceği kesindi.” Bu bilmişler nedense “nasıl kazanılacağını” bir türlü söyleyemediler. Amerika’ya zenci başkan olurken, bize “Alevi cumhurbaşkanı olmazdı.” Bu, ayrıştırmanın, bölücülüğün daniskası değil miydi? Bu ülke insanının “her şey olma” hakkı yok mudur? Salt birilerinin mi hakkıdır? “Sevgi, kucaklama, barış, kardeşlik, hoşgörü olmadan birlik-beraberlik nasıl tesis olunacaktı, “düşmanlaştırıcı söylemler, kin, nefret tohumları” nasıl yok edilecekti? Bir arada yaşama duygu, düşünce ve inancı nasıl sağlanacaktı? Kürdü, Türkü, Rum’u, Ermeni’yi, Rus’u, İngiliz’i, Yahudi’yi sevmek neden suçtu? Peygamberin mezhebi var mıydı? “Sizin dininiz size bizim dinimiz bize” diyen kimdi?

Siyaset meydanları en ağır hakaret, aşağılama ve suçlamalarla çınlatılırken, sağduyusu güçlü olan halk, bu söylemlere kulak asmadı. “Terörün, reklamının ve övgüsünün suç olduğu bir ülkede” kendisine “oy vermeyenlere” “terörist” diyenler ve hakaret edenler hiçbir adli takibata uğramadı, ama terör suçlaması seçimde etkili oldu.

“Çok doğru, çok dürüst, çok namuslu, yüreği sevgi dolu; bu milletin kuruşunu çalmayacak, lokmasını ağzına koymayacak kadar temiz; barışı, kardeşliği ön pılana çıkaran, Türkiye ve Türk milleti için bir şans olacak, bilge, devlet adamlığı deneyimi ve sorumluluğu zengin bir adam:” “Kılıçdaroğlu elbisesi bu millete fazla.” “Hiç kimse milletten daha büyük değildir.” “Çalmaz, çırpmaz, hırsızlıklara, vurgunlara, soygunlara, yolsuzluklara göz yummaz; uyuşturucuya karşı sessiz kalmaz, gençliğin zehirlenmesini, sınırların yolgeçen hanına dönmesini asla içine sindiremez. Yalanla, dolanla yaratılan algı operasyonlarıyla bu milletin uyutulmasını, ‘bizi kıskanıyorlar’ masalıyla avutulmasını asla kabul etmez.” “Bu iyiler, bu doğrular girdiği tüm seçimleri kaybettiği gerçeğini değiştirmez.”

“Biz kıskanıldık, biz kandırıldık, biz aldatıldık. İhracatta rekor üstüne rekor kırdık” diyorlar da ithalatta, ticaret açığının 60 milyar dolar olduğunu söylenmiyorlar. Bu milleti uçan kuşa borçlandırdılar. Borç sıtoğu 500 milyar doları aştı. Kişi başına düşen gelir 12500 dolardan 8500 dolara düştü. Sığınmacılar, Suriyeliler, Afganlılar, Pakistanlılar, Afrikalılar ekmeğimize, yemeğimize ortak oldular. Her gün sorun yaratıyorlar. Türk insanı, pek çok haklarından yoksun bırakıldı. Misafir, misafir olmaktan çıkarıldı, uyruk verilerek bu toprakların asıl insanı durumuna getirildi, apartmanlara dolduruldu, seçime sokuldular; onlarla seçim kazanılarak bu milletin “geleceği ile ilgili kararlar” verildi. Millet, kendi kararlarını kendi başına veremez duruma getirildi.

Seçimden sonra iki ay geçmesine karşın ekonomik bozgunla henüz yüzleşilmedi. Dolar, avro, altın, akaryakıt, doğalgaz tavanları deldi geçti. Pahalılık, enflasyon, piyasanın kontrol edilemez durumu seçim öncesinden daha da kötüleşerek çığırından çıktı. Maaşlar, ücretler piyasaya yetişmiyor. İnsanlar şaşkın, çalışanlar, emekliler korkunç bir adaletsizliğin içerisinde. 99 depremiyle bir defalığına getirilen acımasız vergiler(ÖTV) süreklilik kazandı. Toplanan paralar depreme değil, yollara, tünellere, köprülere harcandı. Şimdi de aynı oyun yeniden masaya getiriliyor. Devletim bu yanlışlıklara ve yalanlara neden muhtaç ediliyor?

On iki yıl önce kaçan, ülkesi için savaşmayan, “kardeşimiz” diye kucak açılan sığınmacılar 3.800.000’di. Bugün hala aynı rakam telaffuz ediliyor. O dönemin başbakanı “40 milyar dolar harcadım” derken, aradan üç kırk milyar dolarlık zaman geçti. Artık onlar bu ülkenin misafiri değil, “vatandaşı” oldu. Sigortasız ve düşük ücretle çalıştırıyorlar; “onlar giderse bu ülkenin sanayisi çöker” diye tehditler savruldu. Türk insanı işsiz kaldı. Sosyal Güvenlik gelirleri azaldı, tarihin en büyük açığı verildi.

Üretime yatırım yapılmadı. Hep tüketim ve beton desteklendi. İhtiyaçlar bu topraklardan karşılanmadı. Dışalımla dış ülkelerin üreticileri desteklendi. Tarım, hayvancılık çökertildi. Buğday ambarı olan Anadolu, dışardan buğday alınır duruma getirildi. Dışalım siyaseti, “makarna ihraç ediyoruz” masalıyla haklı gösterilmeye çalışıldı. Ukrayna’dan harıl harıl buğday alınırken, halkına açıkladığı taban fiyatıyla bugün TMO randevu vermiyor, buğday almıyor, tüccarın kılıcına halkı teslim ediyor.

On-on beş milyon arası(?) olduğu iddia edilen sığınmacılar, oy kullanmalarına karşın sorunlara hiçbir dahilleri yok, ama aynı ekmeği, aynı havayı, aynı suyu, aynı ortamı onlarla paylaşmak zorunda kalıyoruz.

Türkiye Cumhuriyetinin ikinci yüzyılına tarihinde görülmedik dilencilik ve el-etek öpme törenleriyle giriyoruz. Kuruluş yıllarının fabrikaları satıldı, yenileri yapılmadı ve sorunlar daha da ağırlaşarak karmaşık bir biçimde derinleşiyor. Hele benzine, mazota yapılan zammın izahı yok, “faiz sebep enflasyon sonuç” bilgeliğinden başka.

Sevgiyle, esenlikle kalınız…

NOT: Vekil emeklisine on dört bin liralık zam verilirken, yaklaşık on milyon memur emeklisi, sahte enflasyon rakamı ve %25’le neden cezalandırıldı? Hükümet yerli ve milli ya! Ondan olmasın?

TURAN BAHADIR                             [email protected]