Gündelik yaşamdaki olumsuzluklar karşısında mücadeleyi es geçip, salt sitem etmeyi alışkanlık haline getirenleri, “zaten bu ülkede yaşanmaz, ilk fırsatta buradan çekip gideceğim…”  diye hayıflanmalarından tanıyabilirsiniz. Öyle ya hamal mı onlar! Bu ülkede doğmaktan başka ne günahları var ki haspalarımın!

Kaldı ki biz… böylesi kararlı, duyarlı! Bir entelektüel topluluğa sahip olmaktan ne kadar övünç duysak azdır. Onlar ki; egemen oldukları söylem kipinden yola çıkarak, her tür eleştiriden ve siyasi karşı tavırdan şimdilik azade! Kendi renkli dünyalarında ülkenin geleceğine ilişkin ne de hoş sohbetler yapabilenlerdir.

Arada bir onlara suçüstü yapan bir yazı gördüklerinde, hızlı yapıbozum yetenekleri sayesinde ötekini  tespit edip anında infaz etmelerine bakmayın aslında bizim çocuklar efendiye hizmette de sınır tanımayanlardır!..

Ama gelin görün ki, dikensiz gül bahçesi arayışından ödün vermeyen günümüz entelektüel birikimi, çoğu kez gündelik hayatın güç ilişkileri alanına giremiyor bile; toplumu ve ülkeyi “ötekileştirdiğini”  umursamadan, yerellikten uzak teorik takıntıları üzerine boş söz üretip duruyor.

Kendi yaşam gerçekliklerinden ve toplumundan uzak böyle bir tutumdan haliyle  bir ahlaki ve siyasi tavır alış da türemiyor. Oysa düşünce ile pratik; söz ile davranış arasındaki sıkı ilişkiyi görmüş olsaydık, bu ülkede yaşayıp giderken hakiki öteki leri de görecek, kafamızı bu ilişkilerin değişmesi için yoracak, ona uygun ahlaki ve siyasi bir tavır geliştirebilecektik.

Gündelik hayatta çok berrak bir biçimde görülen, ancak entelektüel topluluğun günahlara ortak olmayı seçerek bir türlü müdahil olmadığı ötekileştirme örneği, okulların açılmasıyla birlikte yine gerçek hayatın cadde ve sokaklarında dolanmaya başladı yine!...

Yap-Boz’a dönüştürülen eğitim alanındaki bu gözü kara gidişe, birkaç  kanat çırpınışı dışında sağduyunun sesi duyulmuyor. Eğitim yatırımlarına ayrılan pay 15 yılda %50 oranında budanırken. Kamuya ait okullar, yalnızca yoksullara hizmet üreten yerler haline gelmek üzere kaderine terk ediliyor ama kimsenin kılı kıpırdamıyor bile.

Sekiz yıllık temel eğitimi, bu ülkenin çocukları bir arada, eşit-nitelikli-parasız eğitim olanaklarında hep birlikte yararlansınlar diye mücadele edenlerin sonuna değin yanında oldum. Sekiz yıllık temel eğitim, sürenin uzatılması açısından değil, eşitlik temelinde toplumumuzun yaratıcı yenilenmesine sunacağı kesintisiz temel bağlamında önemliydi benim için.

Bireysel özgürlük, çok önemlidir lakin eşitlik ve dayanışma idealleri de her türlü toplumsal kavrayışın özünü oluşturur. Eşitlik ve dayanışma ruhuna yapılmış bir saldırı doğrudan doğruya insanın ontolojik varlığına yapılan bir saldırıdır. Eğer insanlarımız ortak yaşam alanlarında bir araya gelmez, bir topluluk fikri, bir dayanışma duygusu oluşmazsa ortamın bileşenleri, tesadüfen bir araya gelmiş kalabalık bir güruh olmaktan öteye geçemezlerdi zira. Sekiz yıllık eğitim sayesinde kentlerimizin Varoşları ve Türedi varsıl bölgeleri  şeklindeki şimdilerde zihni siperleri kazılan!.. ileride kutuplaşmanın ötesine taşacak sorunların önüne geçilebilecekti.

Varsılın çocuğuyla, yoksulun çocuğu kardeşlik duyguları içinde aynı sırayı paylaşabilecek, eşit yurttaşlar temelinde aynı temel eğitimden yararlanabileceklerdi. Bu ortak buluşma devam edebilseydi eğitimdeki diğer sorunların da çözümü ardı sıra gelirdi; Kent meydanlarındaki görkemli binaları her geçen gün yeniden dolduran Özel Okullar olgusu bile çözümlemesi kolay basit bir soruna dönüşebilirdi.

Ama olmuyor, milli eğitimde her şeyi “otomatiğe bağladık” diye  dört bir yana ilan verenler eliyle gelinen noktada 4+4+4  denilerek 8 yıllık temel eğitime görece dört yıl daha ilave edildiği kandırmacasının  sonunda. Eğitimin “temel”  kısmı değil, sadece 4+4+4 kısmı o da inanılmaz boyutlara varan siyasi yönlendirmeler eşliğinde, teşvikli  kesintiyle uygulanabiliyor ancak…

Ama olsun… Neyse ki entelektüel derinlikli bir topluluğumuz var ya!..

Çözümleyici ve kapsayıcı aklın egemenliğinde buluşacağımız nice günlere.