Ayrımsız her türlüsünü tattığımız! Siyasal ve ideolojik cinneti kanıksayıp, metal yorgunluğuna katık yapmanın sonucu olsa gerek! artık dayatılan verili durumun vahameti bile toplumu çok da ilgilendirmiyor…

Hedefi ve kurgusu sağır sultanların dahi malumu olan dayatmalar, salt ilgili makamlarca değil, ortalama yurttaş katında da kayda değer görülmediği!.. yapacağı tahribatın doğru değerlendirilmeyip, durumun de facto olarak kabullenişi ne yazık ki bizim hüzünlü gerçeğimiz!

Oysa, yaşamımız… önem verdiğimiz olay ve olgulara karşı, sessiz kaldığımız gün son bulmaya başlamaz mı? Gelinen noktada Türkiye’nin ulus ötesi dayatmalara paralel, iç bünyeden gönüllülük temelli gelip devletin zirvesine çöken Cumhuriyet unutkanlığı! Ne yazık ki farklı algılanmıyor ve hatta bağımsızlık talebi aynı düzlemde kimseleri kaygılandırmıyor bile…

Cumhuriyetin hedefe alenen taşınması ve toplumsal adaletsizlikler karşısında gösterilen anlık refleks Adorno’nun değişiyle tüm değerler “sahte etkinlikler haline gelip tiyatroya dönüşüyor”  böylece her türden yıkım ve döküm doğallaşıp, sönümleniyor!..

Toplumsal yaşamın olduğu kadar siyasal yaşamın da medyalar eliyle iğdiş edildiği yüzyılımızda, en fazla hedefe taşınıp yıpratılan değerlerin başında Cumhuriyet ve onun kazanımları gelmesi kuşkusuz asla tesadüf değildir… Türkiye’nin jeopolitik ve tarihi konumunun kültürel referanslarını;  hem İslam-Osmanlı hem de Hıristiyan-Avrupa çevresindeki konuşlanışı olanak verdiğinden olsa gerek! Tekkeden Kiliseye bu asimetrik sıçrayışta eklektizm değil… farklı olanı, ötekini eşdeğerde yorumlayabilen (dinler arası diyalog) maskeli! Bir kozmopolitizm ortaya çıkıyor.

Kaldı ki, inançlarından ödün vermeyip, referanslarının ne olduğunu gözümüzün elifine sokanların!.. iktidarlarını sürdürme adına, tarihe Türkiye düşmanı olarak geçmiş  bir papa heykelinin gölgesinde  gururla imza töreni düzenlemeleri başka neyin izahı olabilirdi ki? 

Ama olsun… Anadolu’mun geniş ve yediveren güller açan verimli toprakları, yüzyıllardır yüzlerce uygarlığı bir arada barındıran güce ve hoşgörüye sahip olagelmiştir. Bu çoğulluk ve öteki lik durumu belki de kök arama sorununu gereksizleştirecektir. Bu arayış tabii ki aidiyet olgusunun reddini gerektirmiyor. Her insan düşünceleri, duyguları ve davranışlarıyla elbette bir yere aittir (burada ki  yer kavramını coğrafyayla sınırlandırmıyorum)   

Alt kimlikler sınıf bilincinin aksine, varsıl ekonomilerde sorun yaratmaz, ama sınıf bilincinden yoksun fakir ekonomileri böler…sınıf bilincini geri plana iterek alt kimlikleri kışkırtıp öne çıkartmak Emperyalizmin bildik oyunudur. Kapısında kul olup, aşkından yanıp kül olduğumuz Hümanist Avrupalılar “egemen devlet”  statüleri konusunda burunlarından kıl aldırmayacak denli hasis davranırlarken, eşit yurttaşlık felsefesiyle bağımsızlığını pekiştiren Türkiye Cumhuriyetine   Türkiyeli’lik gömleğini layık görmeleri asla kabul edilebilir değildir…

Tabii ki Türkiye Cumhuriyeti… Çevremizde en vahşi biçimiyle stratejik bir oyun oynanırken, beliren dünya koşulları Türkiye’nin yeni bir jeopolitik aşamasını zorunlu kılıyor elbet. Avrasya projesinde; Türki Cumhuriyetlerin yeni bir güç bölgesinin oluşumunda büyük bir rol oynayacağı da görülen bir gerçeklik… ancak ilkesel bir birliktelik ve eşitlik, uygun düzeylerde korunabilmelidir.

Kurtuluştan kuruluşa bu topraklarda sürekli önerilen “Yurtta ve Dünyada Barış” anlayışına koşut; Devletler arası ilişkilerin, ebedi dostluk yada düşmanlık üzerine temellenmediği, devletlerin çıkarlarının esas alındığı gerçeği göz ardı edilmeksizin…  her kritik süreçte, her ne olursa olsun bağımsız iradesini ülke çıkarları uğruna koruyup kollamak en büyük yurtseverlik kriteri olarak baş tacı edilmelidir…

İlkel toplumların davranış biçimlerinden alabildiğince kaçınmak ve doğruları takip etmek işimizi kolaylaştıracaktır.