Geçen haftalarda KTÜ’de eğitimin başladığı ilk günlerde odamın penceresinden dışarı bakarken her hâlinden üniversiteye yeni geldiği belli olan birkaç gencin Edebiyat Fakültesi önünde bulunan Göktürk Kitabesi’ndeki kaplumbağa figürünün üzerine çıkıp oturduğunu ve garip hareketlerle fotoğraf çektirdiğini gördüm. Yanlarına gidip azarlamak çözüm olmayacaktı. Zira cehalete karşı kaba kuvvetle değil ancak bilgiyle mukabele edilebilirdi.

Oysa tarih bilgisine ve bilincine sahip olmayan gençlerin komik bulup üzerine çıktıkları o kaplumbağa Türk kozmolojisinde sonsuzluğu ifade etmektedir. Bunun ontolojik karşılığıysa Türk devletinin ve milletinin asla yok olmayacağı ve ilelebet yaşayacağıdır. Bu algı Osmanlı dönemine de devlet-i ebed müddet anlayışıyla miras kalmıştır ve Osmanlı bu boyutuyla cihan devleti olma yolunda üç kıtaya yayılmıştır. Zaten kitabenin kaplumbağa üzerine konması da atalar sözünün yüzyıllar boyu geçerliliğini koruyacağının, gelecek kuşakların bu sözlerden ilham ve güç alarak tarihin bilincinde olacağının simgesidir.

Tarih bilgisinin ve bilincinin insan yaşamındaki önemine karşın ülkemizde ne yazık ki garip bir tutum var. Ana-babalar çocuklarını daha küçük yaşlardan itibaren onların eğilimlerini ve becerilerini dikkate almadan matematik, fen ve sağlık bilimlerine yönlendirmeye gayret etmektedir. Toplumda da zeki çocukların tıp ve fen fakültelerinde, okumaya yatkınlığı olmayan tabiri caizse haylazların ise sözel bölümlerde okuduğu kanısı hâkimdir. Bunun sonucunda da edebiyat fakültelerinin varlığı bazı çevrelerce göz ardı edilmekte ve özellikle tarih bölümlerinin önemi iyi anlaşılamamaktadır. Oysa tarih bölümü kattığı anlam itibarıyla hemen her üniversite bünyesinde olması gereken zarurî bir alandır.

Evet, tarih bölümlerinde insan yaşamında doğrudan etkisi görülebilecek teknoloji üretilmiyor, deney de yapılmıyor. Ancak bu bölümlerde devletin ve milletin geleceğini inşa edecek, onun bekâsını sağlayacak millî fikirle donatılmış gençler yetiştiriliyor.

Tarih bölümü cehalete, yobazlığa ve yozlaşmaya karşı tarih bilinciyle hareket edip, toplumsal sorunlara çare ve izah getirecek ilimle ve ahlâkla yoğrulmuş nesilleri meydana çıkarmakla, Göktürk Kitabesi’ndeki kaplumbağa figürünün ne anlama geldiğini bilerek, atalar sözünü okuyup üzerine düşünecek bireyleri ülkeye kazandırmakla görevini yapmaktadır.

Bu doğrultuda milletin vergisiyle maaşını alan akademisyen tarihçinin vazifesi de senede birkaç makale ve bildiri yazmakla yalnızca derslere girip çıkmakla bitmemelidir. Yükümlülükleri binlerce yıllık Türk tarihine ve kültürüne, bundan sonraki nesilleredir. Geçmişin bilgisini ve tecrübesini gençliğe dolayısıyla geleceğe aktaracak olanlar kendileridir. Aydın sıfatını kazanmanın gereği de budur.