Cumhuriyet ve ulusal erkin özü, Ulusal Bağımsızlıktır…

Ulusal bağımsızlık, günümüz koşullarında, siyasal alandan taşıp, ekonomik alanı kapsar hale gelmiştir. Dayatılan küreselleşme politikaları ile bu çakışma çok daha derinleşmiş ve yörüngesine aldığı demokrasileri tehdit altına almıştır.

Oysa, bugün sureti haktan görünüp, dünya uluslarına demokrasi kriteri sunan batının! Faşizmin kıskacında kıvrandığı yıllarda genç Cumhuriyetimiz; yanmış, yıkılmış, paylaşılmış bir vatandan, Özgür ve bağımsız bir Cumhuriyete geçişi, kararlılıkla sürdürülen üstyapı devrimleriyle gerçekleştirmiş… Emperyalizmin dayatmalarını ve acı reçetelerini elinin tersiyle silip atmıştır.

Günlük yaşam tarzından, alfabeye değin, hukuk sistemi, eğitim vb. gibi bir dizi alanda çağına ışık tutan başarılı projelere imza atmıştır. Devrimlerin toplumsal alt- dokulara kök salmasına çalışılmıştır. Köy öğretmenleri laiklik simgesi olarak ortaya çıkarken, toprak ağaları  ve eşraf, din ile aldatanlarla işbirliğini ta o yıllarda sürdürmeye başlamıştı bile.

Değil sınıf, henüz Yurttaşlık bilincine dahi ulaşmamış bir feodal-kırsal  toplumda gerçekleştirilebilen böylesine güçlü bir taban örgütlenmesi, demokratik bir atılımla, gerçek halk çıkarları öne alınarak ve halkın oylarıyla genç Türkiye Cumhuriyetinde siyasetin ve ekonominin rotasının değiştirilmesinde başat rol oynamıştır.

1950 de başlayan rota değişikliği! Basit bir sapmadan öte,  ciddi ve bilinçli bir geri dönüştür. Öyle bir geri dönüş ki; böylece Türkiye güçlü Batı’nın pazarı haline getirilerek sekiz yılda ulusal teslim bayrağının açılmasına neden olundu…

Ülkeyi ve ekonomiyi böylesine perişan edip emperyalizme bağımlı kılan politikalar, içte günümüze dek palazlanarak sarkan! çıkar grupları yaratırken siyasal önderler de dönemin sonuna doğru su yüzüne çıkan direnç hareketlerini bastırmaya yönelik katı şiddet politikalarıyla gerçek yüzlerini ortaya koydular.  Türkiye Cumhuriyeti, böylece, Batı dürtüsünde ve onların içteki destekçi işbirlikçilerinin etkisinde ve maalesef, şekilsel bir demokratik görüntü altında yol almaya başladı.

İthal- ikameci- korumacı politikalar, daha sonra gerçekleştirilen finansal serbestleştirme ve ekonominin hesapsız-kitapsız dışa açılımı, asla “Türkiye’nin kararı” değildir., aynen bugün de küresel sermayenin dayatmalarının “Türkiye’nin değil”  doyumsuz işbirlikçilerinin, gözü kara uygulamalarının bir hazin sonucu olduğu gibi.

Demokrasi diye tariflenen sürecin en zayıf halkası, göstermelik oylama kuralıdır… Burada önemli olan, oy veren bireylerin ne ölçüde kapalı ve kuşatılmış bir ortamdan arınmış ve açık toplum yapısına geçiş yapmış olduğudur. Hangi etki altında olursa olsun ekonomik, etnik, dinsel ya da başka bir etkileşim altında bir zümre liderinin görünür veya görünmez baskısı altında oy veren birey rasyonel değildir, olamaz da.

Hakim iktisat teorisinin bireyi, çeşitli sosyal etkileşimlere açık bir sosyal varlık olarak algılamayıp, onun rasyonel olduğunda ısrar etmesi boşuna olmasa gerek.

Hiçbir ulus, istese de mazisini silemez. Türkiye Cumhuriyetinin çok zengin deneyimlerle dolu güçlü bir mazisi vardır. Saptırılmış doğru, bu mazi ve bugünkü görüntüsü ile bu maziye denk düşmeyen gelişmelerin hazin sonuçlarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişi ve çöküş süreçlerinin hangi ekonomi ve teknoloji dünyasında gerçekleşmiş olduğu, Mazi Özlemcileri  kadar, ileriyi yönetme iddiasında olanlar için de çok ciddi bir öğreti niteliğindedir.

Ülke topraklarının yüzölçümü  ya da nüfusun çokluğunun, gelişen teknoloji ve güçlenen ekonomiler karşısında nasıl çaresiz kalıp, dağıldığının hikayesi, artık tarih müzelerine yerini almış bulunmaktadır!..

Tarihte Tekerrür olmadığı gibi, geriye dönüş de olası değildir. Ancak, tarihi okumak ve onu yorumlamak, geleceğe ilişkin kestirimde bulunmak adına fevkalade önemlidir. Yurttaşlarımızın önümüze alel acele getirilen seçim sürecini bu perspektiften değerlendirecekleri umuduyla.

Güneşli güzel bir hafta sonu dileklerimle.