Akdağ, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, sağlık kurumlarının yöneticileri ve çalışanların katılımıyla düzenlenen programda yaptığı konuşmada, Türkiye'nin son 15 sene içerisinde, 2002’den itibaren kabuğunu kıran, yepyeni bir geleceğe, muasır medeniyet seviyesine hızla yürüyen bir ülke haline geldiğini ifade etti.

Milletlerin tarihinde önemli ve kırılma zamanları olduğunu kaydeden Akdağ, şöyle devam etti:

"Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın verildiği yıllar elbette genç bir cumhuriyeti kurduğumuz yılların öncü yılları olarak bizim tarihimizin son yüzyıldaki en önemli zamanını ifade ediyor. Bundan sonraki ikinci dönem Türkiye’ye demokrasinin gelişidir. 1946'da Türkiye’ye demokrasi getirmek için bir teşebbüs olmuş, maalesef oylar açık atılıp, gizli sayıldığı için Türkiye’ye demokrasi getirilememiştir. 1950'de milletimiz bu ülkeye demokrasinin gelmesi hususunda büyük bir talep ortaya koymuş ve Türkiye’de demokratik seçimler yapılmış, Demokrat Parti rahmetli Menderes de iş başına gelmiştir. Bana göre cumhuriyetten sonraki siyasi tarihimizin en önemli kırılma dönemi 1950’dir. 1950 bize neyi ifade ediyor? 1950 bize, bu milletin özgürleşmesini, daha doğrusu özgürlüğe doğru bebek adımlarıyla adım atmaya başlayışını gösteriyor. Bu ülkede ezanın aslıyla okunamadığı dönemlerden sonra, ezanın aslıyla okunabildiği bir dönemi, demokrasiyi ifade ediyor aslında. Ne yazık ki 1960'da Türkiye’nin bu demokrasi çabası, hain eller tarafından, darbeciler tarafından sekteye uğratıldı ve milletin iradesiyle seçilmiş olan Başbakan rahmetli Menderes ve iki pırıl pırıl arkadaşı şehit edildi, asıldı. Ondan sonra çok kötü dönemler yaşadık. Bizim parlamenter sistemimiz, demokrasi tarihimizdeki parlamenter sistem dönemi maalesef çok fazla iniş çıkışlarla doludur. Benim de mağduru olarak yaşadığım, benim yaşımdaki bütün insanların mağdur olarak yaşadığı 12 Eylül dönemi var, felaket dönemidir. Kenan Evren’in, 'bir sağdan astık, bir soldan astık’ dediği, hukukun tamamen yok edildiği, demokrasinin katledildiği, insanların işkencehanelerde ömürlerinin çürütüldüğü çok zalim bir dönemdir 12 Eylül dönemi. 12 Eylül’den sonra da bu ülkeye tam demokrasiyi getirmek için bu millet çok çabaladı ama her zaman vesayet kaynakları önümüzü kesti."

"Türkiye’de aslında seçimler yapılıyordu ama gerçek güç acaba millette miydi?" sorusunu yönelten Akdağ, "Hayır. Gerçek güç silahı elinde tutan silahlı kuvvetlerde, gerçek güç parayı elinde tutan sermayede, gerçek güç bu sermaye ile hükümetler kurup, hükümetler yıkan medyadaydı. Böyle dönemler geçirdik, kötü koalisyon dönemleri geçirdik. Türkiye bir türlü ayakları üzerine dikilip, o bebeklik döneminden sonra şöyle bir delikanlı demokrasiyi maalesef yaşayamadı." dedi.

Bakan Akdağ, 28 Şubat'ın artık yaraya tuz ekilen bir dönem olduğunu anımsatarak, şunları söyledi:

"Bu salondaki değerli kardeşlerimin içinde çok sayıda 28 Şubat mağduru insan vardır. 12 Eylül mağduru insan azdır, onlar benim gibi 55 yaşın üstündeki insanlar olması lazım ama bu salonda birçok insan 28 Şubat’ın mağduru olmuştur. Neydi 28 Şubat? 28 Şubat’ta ne yaptılar? 28 Şubat’ta milletin iradesini yok saydılar, silahlı kuvvetler, sermaye, medya, 'beşli çete' diye bilinen, üzülerek ifade etmek lazım ki onlar da 'sivil toplum örgütüyüz.’ diyorlardı, 'beşli çete' diye bilinen bazı kuruluşlar geldiler, milletin elinden, milletin iradesiyle oluşturulmuş olan demokrasiyi aldılar. Cumhuriyet tarihimizin üçüncü büyük kırılımı AK Parti’nin kuruluşu gerçekleşti. Birincisi cumhuriyetin kuruluşudur, ikincisi Demokrat Partinin iktidara gelişidir, üçüncüsü AK Parti’nin kurularak aynen Demokrat Parti döneminde yapıldığı gibi elini kaldırıp, ‘yeter sözde milletindir, kararda milletindir.' dediği bir dönem oldu. Millet bir parti kurdu. Herkes zannediyor ki Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bir parti kurdu. Öyle değil. Gözbebeğimiz, Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye’de yeni kurulan AK Parti’nin liderliğini yaparken aslında bu partiyi kuran milletin hislerine tercüman oluyordu."

Akdağ, AK Parti'nin öz be öz milletin kurduğu bir parti olduğunu ifade ederek, "Geriye dönüp bakalım 2001’e, arkasında ne sermaye gücü vardır, ne medya gücü vardır, ne o günkü vesayet odaklarının gücü vardır, ne askerler vardır, ne yargı vesayeti vardır, hiçbir şey yoktur. Öz be öz, tertemiz milletin malı bir AK Parti kurulmuştur. Dolayısıyla bu milletin tarihindeki üçüncü kırılma AK Parti’nin kuruluşu ve iktidara gelişidir. Zaten bir sene sonra milletimiz AK Parti’yi iktidara getirdi." değerlendirmesinde bulundu.

AK Parti'nin iktidara gelişiyle Türkiye’nin tarihinin değiştiğini belirten Akdağ, "Biz ondan sonra milli gelirimizi üçe katladık. Biz ondan sonra bu büyük milletin tarihine yakışır bir devlet olmak için adımlar atmaya başladık. Biz ondan sonra vesayete ‘dur' dedik. Milletin iradesini hakim kılmak için ülkeyi değiştirmeye başladık. Bu gücü sizden aldık. Ne zaman daraldıysak, ne zaman dara düştüysek, ne zaman sıkıntı çektiysek büyük Türk milletini hep arkamızda bulduk. Herkes, Türkiye sağlıkta dönüşüm programının başarısından bahsediyor. Allah’a şükürler olsun AK Parti iktidara geldiği zaman sağlıkta vatandaşın memnuniyeti yüzde 39’du. Sizlerin gayretinizle, çabanızla, ortaya konan büyük proje gerçekleşti ve bugün milletimiz sağlıktan yüzde 75,5-76 oranında memnun." dedi.

Akdağ, bununla yetinmediklerini, önlerindeki hedefin yüzde 80 olduğunu kaydetti.

Bunun zor olduğunu da bildiğini belirten Akdağ, şunları ifade etti:

"Yüzde 39'dan yüzde 75 memnuniyete çıkmak nasıl çok kolay değildiyse, şimdi yüzde 75’den 80’e çıkmak en az onun kadar zor çünkü artık işin en önemli yerindeyiz. Vatandaşa çok daha kaliteli hizmet takdim etmenin, taleplerini en doğru biçimde bilimsel olarak, konfor olarak yerine getirmenin dönemi içindeyiz ki bu kolay bir iş değil. Yüzde 39’dan 75 memnuniyete çıkmak, yüzde 75'den 80'e çıkmak, ikisi birbirine çok benziyor. Önümüzde yapacak çok iş var, yani Türkiye siyasi tarihinin dördüncü kırılımına ihtiyacımız var. Bazıları bize soruyorlar diyorlar ki 'ne oldu, neyi yapamadınız da, iktidar size hangi kuvveti vermedi de şimdi halk oylamasına geldiniz’ 'Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için milletin önüne sandık getirip koyma ihtiyacı hissettiniz. İşte 15 senedir iktidardaydınız, neye ihtiyacınız var.' Bu ülkenin bir dördüncü kırılma dönemine ihtiyacı var ya da sıçrama dönemine ihtiyacı var. Anlattığım tarihteki kırılma ifadeleri, aslında tarihin seyri itibarıyla ifade ettiğim hususlardır, bunlara sıçrama dönemleri de diyebilirsiniz. Cumhuriyet, Demokrat Parti, vesayetin ortadan kaldırılması. Peki şimdi ne yapacağız, ne yapmak istiyor bu millet. Şimdi tam demokrasiyi istiyoruz. Şimdi vesayetlerden tamamen kurtulmayı istiyoruz, şimdi bütün 15 yıllık çabamıza rağmen tam da kıramadığımız, direncini tam da yok edemediğimiz oligarşinin yok edilmesini arzu ediyoruz. Şimdi milletin mutlak iradesini istiyoruz, dolaylı değil. Onun için diyoruz ki bu millet Cumhurbaşkanını seçsin, 5 yıl boyunca o Cumhurbaşkanı istikrarlı, kendi ekibiyle bu millete hizmet etsin."

Buradan başka mana çıkaranlar olduğunu vurgulayan Akdağ, "Biz, 'ikilik ortadan kalkmalıdır, bu milletin hükümet sisteminde iki başlılık olmaz.' dediğimiz zaman, birileri bunu kendi dönemlerinin, siyasi tarihlerinin tek adamlığına benzetiyorlar çünkü onların zihninde o tek adamlık kendi kültürlerinin malı. Dolayısıyla alemi de kendileri gibi zannediyorlar. Türkiye evet bir tek adamlık dönemi yaşadı, çok ağır bir tek adamlık ve milli şef dönemi yaşadı. Ne zaman yaşadı bunu? 1940'lı yıllarda. 1940’lı yıllarda yaşanan bu milli şef dönemi, gerçekten Türkiye için çok karanlık bir dönemdi." diye konuştu.

Akdağ, "Milletin ferasetine, basiretine yeterince inanamayanların, milleti, dolayısıyla tek tek her birinizi dönüştürülmesi gereken, değiştirilmesi gereken kişiler olarak görenler, bizim ne yapmak istediğimizi anlayamazlar. AK Parti siyaset sahnesine çıktığı andan itibaren, biz kendimizi hep şu pozisyonda gördük, biz milletin hizmetkarıyız ve bizim için en büyük şeref bu büyük milletin, Türk milletinin hizmetkarı olmaktır, bunun için Cenab-ı Hakk'a binlerce defa şükrediyorum. Lakin, söylediğim gibi, siyaseti bir toplum mühendisliği olarak görenler, bu büyük milleti dönüştürülmesi gereken bir kitle gibi görenlerin bunu anlaması imkansızdır." dedi.

Bakan Recep Akdağ, şöyle devam etti:

"Allah’ın izniyle biz halk oylamasında, referandumda milletçe ‘evet’ diyerek şunu gerçekleştirmiş olacağız, kendi oylarımızla tertemiz, helal oylarımızla vesayetten arındırılmış oylarımızla bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz ve o Cumhurbaşkanı 5 yıl boyunca istikrarlı bir biçimde büyük bir Cumhurbaşkanı yeni sistemde sorumsuz, sorgulanamaz birimidir? Hayır. Cumhurbaşkanı şu andaki sistemde sorgulanamaz birisidir. Mutlak sorumsuzluğu var Cumhurbaşkanı'nın mevcut şu andaki anayasamıza göre. Sadece, vatana ihanet suçundan Yüce Divan'a götürülebilir. Halbuki yeni sistemde Meclis 360 kişiyle, biliyorsunuz Meclis 600 kişi olacak, 360 kişiyle Cumhurbaşkanı'nı soruşturmaya alabilir, 400 kişiyle de Yüce Divan'a gönderebilir. Buna bile takılanlar var. 50 milyonluk bir ülke iken 450 milletvekili ile Meclis'i oluşturulan bir millet 80 milyona çıkmış bu milletin Meclisinin 550'den 600'e çıkmasını anormal göstermeye çalışanlar var. Teknik bir mesele halbuki bu. Ülkenin nüfusu arttı, temsilde adaleti sağlamak için milletvekili sayısını artırmak gerekiyor, aksi takdirde nüfusu çok düşük olan yerlerde çok küçük sayı ile milletvekilleri seçiliyor, nüfusu çok daha büyük olan yerlerde oranı 2-3 misli seçmenle milletvekili seçiliyor. Bu işe biraz daha denge getirmek için milletvekili sayısını artırıyoruz."

Akdağ, 18-25 yaşlarındaki gençlerin, seçilme hakkının kendilerine bu Anayasa ile verilmesine takılanlar olduğuna dikkati çekerek, şunları belirtti:

"Nitekim ana muhalefet partisinin lideri, Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, bana göre çok talihsiz bir açıklama yaptı bu anlamda. Şunu söyledi, bir de 18 diyorlar halbuki bu 18-25 yaş arası. 18 yaşında bir genci seçtirecekler ise bu yeni Anayasayı halkımız kabul ettiğinde milletimiz, onlar manavın çocuğunu mu seçtirecekler, bakkalın çocuğunu mu seçtirecekler, esnafın çocuğunu mu seçtirecekler anlamında çok talihsiz ifadelerde bulundu. Burada Salih kardeşimiz var. Bu sabah mükemmel videolarını seyrettim, hepinize tavsiye ediyorum. AK Parti’nin pırıl pırıl genç milletvekilleri göğüslerini gere gere 'ben manavın çocuğuyum, ben bakkalın çocuğuyum, ben öğretmenin çocuğuyum.' diye bir video ile bunu Kılıçdaroğlu’nun bugün yüzüne çarptılar. Bu milletin evladı, manavın çocuğu da olabilir, bakkalın çocuğu da olabilir, öğretmenin çocuğu da olabilir, milletvekilinin çocuğu da olabilir, bürokratın çocuğu da olabilir, valinin çocuğu da olabilir, her kimse bu milletin eşit bir numaralı insanı olarak, elbette yine milletin oylarıyla gelir o Meclise oturur. '18, 20, 23 yaşındaki genç seçilemez’ diyeceksiniz, sonra o gencin evlenme hakkı var, araç sürme hakkı var, silah taşıma hakkı var, o gencin savaşa gitme hakkı var, savaş gönderilme hakkı var, o gencin şehit tabutu içinde Trabzon’a dönme hakkı var da neden seçilme hakkı olmayacakmış."

Editör: Haber Merkezi