Dünyada git gide küçülen bir beyin var. Üretilen yüksek teknolojinin küçülttüğü bir beyin. Ceplerde taşınan hesap makineleriyle iki kilo dometesi hesaplayan koca koca diplomalı insanları gördükçe giderek büzüşen bir beyin kimin gelmiyor ki aklına.

Günümüzde bilgi, aslında hızla erişildikçe kıymeti düşen bir mahiyet arzediyor. Hiç beyinde taşımaya lüzum kalmayacak kolaylıkta bir arama motoru kadar yakın olan bilgi, belki ulaşılabilirlik bakımından alkışı alıyor ama onunla analiz yapabilme açısından baş parmak aşağıya işareti mesabesine inmiş oluyor.

Demem odur ki bilgi insan beyninde çalkalanmadıkça ondan yağ çıkmaz. İşini görür, mesele ortadan kalkar ama gerçek manada bir huzur inşa etmez.

“Göz teması söz temasından etkilidir” derler. Doğrudur. Arada perde varsa işittiğin konuşmanın verdiği hazla, muhatabının gözlerinin içine baka baka ettiğin sohbet aynı mıdır?

Tabi ki aynı değildir.

Bilgisayara bağlı sunum yapan bir arkadaş enerji kesintisi sonrası “ doymuş keçi gibi bakmaya” başladığında anladım yakınındaki bilgi ile beyinde taşınan bilginin farkını.

Analiz yeteneği gelişmemiş kişi, çürük soğan gibi kesif bir kokuyla etrafımızda tur atan bilgiyi muteber sayabilir. Benim nazarımda ise o bilginin bir kıymeti yoktur. Bilgi bir araç tarafından sana kudret veriyorsa buna ‘yığın’ denir. Bir bilgi öğrenmeler sonucunda senin hafızanda kendi özgürlüğünü yaşıyorsa ona ‘üreten’ denir.

Mesele yığını kutsallaştırmama meselesidir. Bir kutsiyet atfedilecekse bunu bilgiyi üreten beyine takdir edebiliriz.

Netice, ‘elalem’ bilgisinden öğrenmek için yararlanılır. Şayet elalem bilgisi bir beyine intikal etiğinde yine elalem olarak kalıyorsa ona ezber denir. O da işlevsel sayılmaz. Asıl önemli olan elalem bilgisinden kişinin kendi özgün bilgisini üretmesidir.

Türkiye artık üreten bilgiyi gençleri için koşullamalı, ona göre bir eğitim programına geçmelidir. Umarım yeni müfredat üreten bilgi üstüne oturtulmuştur.