Biliyor musunuz bizim zamanımızda kar yağdığında okullar tatil edilmezdi.

Yine bizim zamanımızda öyle herkesin üstü başı da sağlam değildi. İlkokul öğrencisi iseniz önlüğün üstüne annenizin ördüğü bir hırka ya da kazak yeterdi.

Hem biliyor musunuz her mahallede evlerimizin yanı başında ilkokulumuz vardı.

Gitmesi de kolaydı gelmesi de.

Bir de o zamanlar kar yağdı mı yağardı, yani adam gibi... Kaç gün yerden kalkmaz, yolların parke taşlarına hasret kalırdık.

Üstelik servis araçları da yoktu.

Ne ihtiyaç vardı servise ne de kimsenin araç tutacak parası...

Hadi evinin yanındaki ilkokulu bitirdin. Evinin yanındaydı.

Ortaokul. Biraz daha uzaklaşırdın sokağından, hepsi bu.

Ya liseye geçince?... Daha da uzaklaşır ve sen artık büyümüşsündür. Kendi işini kendin görebilirsin. Yürür gider, yürür gelirsin.

Bahçeli evlerin süslediği bir bilemedin iki katlı mahallede Hacıkasım'da oturuyorduk.

Aldıkaçtı bayırı bize göre çok yaman bir yokuştu. Hele kar yağdığında…

Kızaklarımız vardı, bildiğimiz kızak. Marangoza yaptırır kilise başından, Hoca Emice'nin dükkânını geçip, fırının karşısındaki Bakkal Yaşar abinin dükkânına girmeden zor dururduk. Duramazsak var ya portakal, mandalina sebze meyve kasaları ile bakkalın raflarında soluğu alırdık. Sonra seyreyle sen gümbürtüyü...

Okulumuz yanımızdaydı.

Varsın yağsın kar.

Hemen bir koşuda yeni yanmaya başlayan sınıftaki sobanın yanında bulurduk kendimizi. Eğer tatil gününe rastlamışsa okulun bahçesi tam bir kartopu alanıydı bizim için. Adı Kurtuluş İlkokulu idi.

Evet okullar kapanmazdı bizim zamanımızda, kar yağdığında, üstelik kalorifer de henüz icat edilmemişti(!). İcat edilmişti de koca vilayet bile soba ile ısınırdı. Ama Atatürk Köşkü’nde kalorifer sistemi kurulmuştu 19. yy. başında, Kostaki Konağı’nda olduğu gibi... Neyse biz devam edelim ufak ama unutulmaz mutluluklarımızın yaşandığı nostaljik turumuza.

Odun da fındık kabuğu da vardı nasıl olsa, henüz kalorifer ya da doğal gaz gelmemiş olsa da evlerimize... At arabaları Fiskobirlik’in önünde içi fındık kabuğu dolu çuvallarla Değirmendere'den yola çıkıp mahalleye geldiğinde yolunu bekleyen hane sakinleri bir an evvel yakacaklarının “kabukluk” da denilen odunluğa yerleştirilmesine refakat ederlerdi.

Zenginle orta gelirli arasında çok büyük bir fark olmasa da, o dönemlerde de yoksulluk hissedilirdi çoğu ailelerde.

Ama mahalle kültürü öyle bir hava yaratmıştı ki, herkes herkesle komşu, herkesin çocuğu diğer çocuklarla arkadaş ve herkes yürüyerek okuluna gider gelirdi. Ortak top alınırken, tüm çocuklar kendine düşen payı eşit öderdi. Bazen de topu olup da arkadaşlarıyla paylaşmayan farklı huylu çocuklar da yok değildi. Bu huysuzlukları çok uzun sürmezdi. Süremezdi. Hemen dışlanır, koca mahallede sokakta yalnız kalırdı. Kalırdı da sonrasında, “topumla oynayabilirsiniz” mahcubiyeti ile sokağın abisine yanaştığında “Tamam sen kaleye geçeceksin” talimatı hoşuna gitmezdi ama ne de olsa takıma alınmanın mutluluğu da gözlerinden okunurdu yine de. Mahalle maçlarında nedense en istenmeyen mevki kalecilikti.

Ve iki köprüden geçmemiz gerekiyordu Karma Ortaokulu’nu bitirdikten sonra.

İkisi de tarihi köprü idi.

Roma'dan, Bizans'tan, Osmanlı'dan kalma köprüler...

Tabakhane köprüsünden geçip Hükümet Konağı önüne geldiğimizde o yıllarda bile Ortahisar Mahallesi’nin çok farklı bir tarihi zenginlik taşıdığını hissedebiliyorduk.

Trafik sıkışık değil.

Yollar yetiyor.

Akıp giden araç seli yok.

Tabakhane'den aşağı inerken sırtındaki koca sepetiyle Aga Kazım'a rastlamak mümkündü. Onca yükün ağırlığı altında “fakirin karnı fırında doyar” söylenişi belki de bize bir mesajdı.

Tabakhane Köprüsü'nden geçip Ortahisar Mahallesi’ne geldiğimizde içimizden bir arkadaşın Şişko Kenan'a “Ortahisar Yanay” seslenişine karşılık aldığı cevap karşısında üç beş gün başka yollardan Trabzon Lisesi'ne gitmişliği vardı.

Zağnos Köprüsü'nün hemen başında küçük bir fırın vardı. Bugün o fırın duruyor. Lakin boş. İşlevsiz.

O dönemlerde çok güzel pasta, simit, kurabiye, acıbadem yapardılar. Simitleri alır Trabzon Lisesi’ne doğru yiye yiye giderken köprü altındaki dere ve etrafındaki mandalina ağaçlarının karla kaplı doyumsuz güzelliğini görmek ayrı bir zevkti.

Evet biz her kar yağdığında okulları kapanan nesil değildik. Üstelik kar da yağmur da yağsa okulumuza yürüyerek gider gelirdik.

O zamanlardan alışmıştık hayatın zorluğuna, şimdi eğer yeni kuşaklara garip gelen bazı davranışları varsa da bu neslin onları hoşgörü ile karşılayın. Mesela bayramdan bayrama aldıkları ayakkabılarına gözü gibi bakmaları, üç kuruşluk harçlıklarını biriktirip sinemaya giderken anne babasından para isteyememelerini, harçlıklarını bir araya getirip mahalle takımı kurarak forma ve toplarını almalarını, uçağa çok zaman sonra binebilmelerini, mahalledeki tek tük bisiklet sahibi çocuklara imrenerek baktıklarını, okul kıyafeti olarak bir kara önlük ve yakalıkla zengin fakir farkının ortadan kalktığını, istediği okula herkesin yazılabildiğini, özel okulların eğitimi paraya çeviremediğini görmüş bir nesli çok yadırgamak bir yana onlara saygı duymak gerekiyordu.

Evet şimdiki nesil çok şanslı eskiye göre, kabul.

Ama nerde o yaşanmış güzellikler?

Mesela bir koşuda denize girmeler, ya da fırtınalı bir havada Karadeniz'in dev dalgalarını seyretmeler?

Komşunun bahçesinde meyve koparıp yemeler ve sonrasında sahibine haber vermeler... Yiyin uşağım helal olsun cevabıyla mutlu olmalar...

Biz okulları kardan kapanan neslin çocukları değildik. Değildik ama biz saygıyı sevgiyi dayanışmayı, yokluğu ve de varlığı bilenlerdendik.

AYYILDIZLI BORDO MAVİLİ DROGHEDA 176  YIL ÖNCEKİ İYİLİĞİ UNUTMADI 

1800'li yıllar.

İrlanda ve tabi ki Britanya adasında büyük kıtlık var.

İngiltere açlıktan takatini yitirmiş bir ülke gibi.

İrlandalılar daha da kötü durumda.

İrlandalılar açlık ve hastalık nedeniyle ülkelerini terk ediyorlardı.

Durum gittikçe kötüleşiyor felaket giderek artıyordu.

Ve öyle olaylar yaşandı ki o kıtlık yıllarında, insanlar temel gıda maddesi olan patates bile bulup yiyemiyordu.

Aslında İrlanda, toprakları üzerinde hayvancılık başta olmak üzere zengin kaynaklara sahipti. Deniz ülkesi İrlanda aynı zamanda balıkçılık anlamında da yeteri kadar avlanma kabiliyetine sahipti. Ancak topraklar da deniz ürünleri de İngiliz asilzadelerin elinde idi.

İrlandalılar patatesle besleniyordu.

Patateslere hastalık bulaşınca ne tarlada ne de ambarda yiyecek patates kaldı. Tohumluklar da tüketilince İrlandalılar iyice açlığa mahkum oldular.

Ölümler göçleri, göçler hastalıkları beraberinde getirirken Osmanlı bu faciaya duyarsız kalmadı.

Osmanlı'nın İrlanda kıyılarında görünen üç gemisi açlıktan ölmek üzere olan İrlanda halkı için yaşama sarılmanın başlangıcıydı.

Üç gemi yiyecek kuru gıda ve tohumlarla İstanbul'dan Dublin'e gitmek üzere yola çıktı.

İngilizler Osmanlının yardımını istemiyorlardı. Hatta zamanın padişahı Abdülmecit 10.000 pound tutan yardımını yapmak istediğinde İngiltere kraliçesi bile 1000 pound yardım yapıyor ondan fazlasını yapamazsınız diye itiraz ederler. Maksat bellidir, İngiliz hakimiyetini devam ettirip Osmanlı sempatizanlığını engellemek.

Abdülmecit üç büyük gemi ile 10.000 sterlin tutarında gıda yardımı ile gemileri yardım için gönderir. İngilizler gemilerin Dublin limanına girişini engellemek isterler. Türk gemileri geri dönmüş gibi yapıp Drogheda limanına gidip yüklerini boşaltıp geri dönerler... Yıl 1847’dir...

İşte Ayyıldızlı, bordo mavili hikaye Türk yardımlarımın Drogheda kenti limanına inmesiyle başlar.

Türkler yardıma gelmiştir.

Hem de karşılıksız.

Hem de İngilizlerin karşı çıkmasına rağmen.

Sadece yem, yiyecek yardımı yapmamış Türkler. Yarını da düşünüp tohum yardımında da bulunmuşlar.

Ve 1919 yılında açlıktan ölmek üzere olan bu kent yaşayanları bir futbol takımı kurma girişiminde bulunurlar.

Kurarlar da.

Ambleminin ne olacağı tartışılmaz bile.

Atalarının zor zamanında üç gemi dolusu yiyecekle yardıma koşan Türklerin simgesi olan “ay yıldızı” kabul ederler.

Takımın renkleri de bordo mavidir.

O yıllarda Trabzonspor henüz kurulmamıştır ama Trabzon’da futbol oynanmakta.

Ve işte o armadaki ayyıldız sembolü ve formadaki bordo mavi renkler Trabzonspor’la Drogheda ile 2011 yılında kardeş takım olmasına vesile olmuştur.

Yıl 2023, Türklerin İrlanda’daki bir şehre yardımının üstünden geçtiği 176 yıl sonra güzel ülkemin on bir ilinde meydana gelen deprem felaketinde o göğsünde ay yıldız taşıyan bordo mavili takım acılı insanlarımıza yardım kampanyası düzenler.

Drogheda’nın o çaresiz günlerinde yardım elini uzatan Türklerin bu asil fedakârlığı bordo mavili kentin insanlarınca unutulmamış.

Denizler ötesinden gelen yardımın böyle bir iyilik hikâyesi var.

Müsait bir takvim aralığında geliri deprem bölgesine gönderilmek üzere bordo mavi formasında ay yıldızlı armasını taşıyan, hatta “Bordo Mavi Taraftar Derneği” ismini taşıyan bir taraftar grubuna da sahip olan İrlanda'nın bu vefalı takımıyla bir maç yapılsa iyi olmaz mı?

HASAN MELEK'İN YENİ KİTABI “DÜNDEN BUGÜNE TRABZON”

Trabzon beyefendisi, iş insanı, eğitime gönül vermiş, Türk Eğitim Vakfı’nın kurucusu ve başkanı, bir dönem Trabzon Belediye Başkanı Hasan Melek ilerlemiş yaşına rağmen halen bu kente nasıl katkı sunabilirim çabasını sürdürüyor.

Geçen haftalarda Trabzon Sanatevi salonunda Hasan Amca'nın imza günü ve sohbeti var diye beni haberdar eden gazeteci yazar İsmail Fandaklı'nın bu davetine duyarsız kalamazdık.

Editörlüğü ve söyleşisini İsmail Fandaklı'nın yaptığı bir kitap daha çıkartmıştı Hasan Melek. Yaş 96. Halen üretiyor. Geçmiş ile bugünü harmanlayıp bu şehre, geleceğe dair yeni hedefler gösterebilme telaşında.

Salonda İsmail Fandaklı yönetiminde sohbet başlayınca Sayın Melek bu kentte 96 yıl boyunca yaşanmışlığın anılarıyla dostlarına tecrübelerini aktarmaya başladı.

Kentin geçmişteki kültürel ve ticari hayatın canlılığını anlatırken en çok içini yakan olayın Anadolu’daki ilk opera binasının yıkılması olduğunu belirtiyordu.

Aynı partiye mensup biri belediye başkanı diğeri tarihi yapının işleticisinin anlaşmazlığı nedeniyle binanın bir gecede yıkılması Trabzon için çok büyük bir kayıptı.

Bir yandan kitaplarını da imzalayan Hasan Melek, biraz da rahatsız olmasına rağmen, anılara dalınca sanki o yılların gençliğine dönmüşçesine beklenen performansının üstüne çıkıp izleyicilere dünden bugüne Trabzon'u bir güzel anlatmaya devam ediyordu.

İsmail Fandaklı'nın söyleşisi, Hasan Kanber'in ilk okuma ve düzelti katkısı ile ortaya çıkan “Dünden Bugüne Trabzon” kitabında Hasan Melek, yaşadığı süre içinde Trabzon'a dair yaşanmışlıkları ve gözlemlerini anlatıyor.

96 yaşın verdiği tecrübe, Trabzon'un geçmişine dair anılar, yine dünü ve bugünü gösteren resimlerle bezenmiş kitapta sizler tarihi bir yolculuğa çıkarken Hasan Melek de bu kente kazandırdığı değerli anılarla örülmüş yapıtıyla tarihe not düşmüş oldu.

Salonlarını her zaman kültür ve sanatın hizmetine açan Trabzon Sanatevi'ne, Başkan Adnan Taç ve değerli yöneticilerine bu etkinliğe gösterdikleri ilgi için ayrıca teşekkür ettiğini belirten Hasan Melek'e sağlıklı yıllar diliyorum.