Fransız İhtilali; 1789’da, bütün dünyayı derinden etkileyen sonuçlarıyla sahne aldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi sürdürülemeyecektir.

İhtilalin ortaya çıkardığı “Milliyetçilik akımı” 19.yy’la damgasını vuracak ve İmparatorlukların tahtını sallayarak, “Ulus devletlerin” kapısını aralayacaktır.  Ne yazık ki bu küresel fırtına, Osmanlı İmparatorluğunun kaderi olacak ve dağılma süreci başlayacaktır.

Bu ölümcül fırtınanın ilk dalgası, 1804’te Sırp isyanı olarak Osmanlı imparatorluğunun kapısına dayandı. Sırp isyanın arkasında Rusya’nın olduğunu bilmemiz bir şeyi değiştirmeyecekti. Artık işaret fişeği yakılmıştı.

Sırpların yaktığı bu ateş, İmparatorluk bünyesindeki diğer ulusları heyecanlandıracak, devleti adeta bir isyan girdabına sürüklenecektir.

Dağılmayı önler düşüncesiyle hayata geçirilmeye çalışılan “Osmanlıcılık akımı” ve azınlıklar lehine yapılan ıslahatlar sonuç vermeyecek ve bağımsızlık amaçlı isyanlar hızlanacaktır.

1829 İmparatorluk tarihimizin dönüm noktasıdır, zira büyük devletlerin dayatmasıyla Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmek durumunda kaldık.

Yunanistan’ın bağımsızlını tanımamız, diğer ulusları iyice heyecanlandırdı. Sırplardan Araplara dört bir yanda yanan bağımsızlık isyanları, bir “Yangın İmparatorluğu” yarattı.  Kısa bir süre sonra İmparatorluk külleriyle baş başa kalacaktır. Ve nihayet kendi küllerinden yeniden doğma iradesini ortaya koyan “Kurucu unsur” dünyanın imrenerek izlediği bir dirilişi… Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştirecektir.

***

Ermeniler, İmparatorluk ağı içerisinde diğerlerinden daha farklı konumdaydılar. Zira çoğu Türkçe konuşuyor ve “Milleti Sadıka” olarak tanımlanıyorlardı.

Osmanlı Devleti, 20’den fazla Ermeni’yi Bakan olarak atarken 40’a yakın Ermeni’yi Milletvekili seçerken ve çok sayıda Ermeni’yi bürokrasi kadrolarında görevlendirirken bu tanımlamayı içselleştirdiğini göstermiştir.

Osmanlı Devleti, 1863’te dağılma sürecinin tetiklediği panik ataklardan biri olarak “Ermeni Nizamnamesi” yayınladı. Nizamname elbette, Ermeni milliyetçiliğinin artmasına yol açacaktı. Ayrıca Nizamname ile Ermeniler, cemaat ötesine geçerek devlet içerisinde bir baskı grubu durumuna geldiler.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Anlaşması ve daha sonra O’nun yerine imzalanan Berlin Anlaşması Ermeniler lehine ıslahatlar yapılması maddelerine yer verdiği için bağımsızlık taraftarı olan Ermenileri ümitlendirdi.

Bağımsızlık arayışlarına kapı aralayan Ermenilerin çıkardığı ilk büyük isyan, 20 Haziran 1890’da Erzurum’ da başlattıkları “Ermeni Ayaklanmasıdır.”

Artık; Rus, İngiliz ve Fransız çıkarları Ermeni toplumunun içerisine “Bağımsızlık ajanı” olarak sızmıştır. Ne yazık ki Milleti Sadıka’nın bağlılığı sarsılmış ve dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Bu çerçevede kurulan, Hınçak ve Taşnaksutyun örgütleri bahsi geçen güçlerin itelemeleriyle  “milleti sadıkayı gömmüş” kalleşlik sürecini başlatmıştır.

***

Bu süreç 1905’te Taşnak unsurlarının II. Abdülhamit’e karşı gerçekleştirdikleri başarısız suikast girişimiyle bambaşka bir boyuta taşındı.

Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti genel seferberlik ilan etti. Taşnak ve Hınçak çeteleri; bir yandan Ermenilere seferberliğe katılmamaları yönünde baskı yaparken, diğer yandan İmparatorluğun savaşa girişini fırsata çevirmek üzere pusuya yattılar.

Ve nihayet 15 Nisan 1915’te Van’da isyan başlattılar. Şehirde acımasız katliamlar yapıldı, katliamdan kurtulabilen Türkler çok ağır şartlarda göç ettiler. Şu işe bakın ki Ermeniler; şehri, Rus ordusuna teslim ederek senaryoyu açığa çıkartmış oldular.

Bu yaşananlar karşısında Osmanlı Devleti; 24 Nisan 1915’te Taşnak, Hınçak ve benzeri örgütleri kapatma, belgelerine el koyma ve liderlerini tutuklama kararı aldı. Ve bu çerçevede tutuklamalar başladı.

Ermeniler, bu tarihi (24 Nisan) kendi söylemleri için bir sembol olarak benimsemişlerdir. Bu tarih ve yaşananlar, 27 Mayıs 1915 Tehcir (Sevk ve İskan) yasasıyla karıştırılmamalıdır. “Tehcir Yasası” ve beraberinde yaşanan olaylar ayrı bir yazı konusudur.

İşte “sözde soykırım” günü olarak ilan ettikleri 24 Nisan’ın hikayesi. Oysa Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen soykırım suçu(1948) bu tür hikayeleri, değil planlı olarak bir ulusu, bir dini grubu tamamen yok etme girişimi olarak tanımlanır.

***

Ermeniler, “sözde soykırımı” dünyaya tanıtma sürecini kendi açılarından başarıyla yürüttüler. Özellikle Diaspora Ermenilerinin çok yönlü ataklarla sürdürdüğü bu süreçte Türkiye, yaşadığı onca terör saldırısına rağmen diplomatik açıdan genelde savunmada kaldı. (70’li yıllarda sahne alan Asala terör örgütü, 42 diplomatımızı katletti.)

Süreci; tanıtma, tazminat ve toprak talebi olarak planlayan Ermeniler, Almanya’dan Fransa’ya, Rusya’dan Suriye’ye 30’dan fazla ülkeye Sözde soykırımı tanımıştı zaten. İran İslam Cumhuriyeti’nde ise, “sözde soykırım” gayrı-resmi olarak kabul ediliyor. Şaşırdınız değil mi?

Yaşanılan olayların soykırım olduğu görüşünü doğrudan reddeden ülkeler, Azerbaycan ve Pakistan’dır.

Ermeniler; beklentilerinin taçlanması için Amerika’nın “sözde soykırımı” tanıması gerektiğine inanıyorlardı. Bunun için çok büyük yatırımlar yaptılar ama ABD başkanları bir türlü o büyülü cümleyi kurmuyordu. Çünkü Amerika; Ortadoğu’da stratejik ortak olarak değerlendirdiği Türkiye’yi kaybetmeyi henüz göze alamıyordu.

Fakat o da ne? 24 Nisan 2021!

Biden, yıllar süren beklentiyi sonlandırdı ve “soy kırım” dedi.

Peki ne değişti?

Bu soruya bir çırpıda cevap verilemez şüphesiz. Çünkü bu tavır değişikliği; S-400’den F35’e, PYD-YPG den kuzey Suriye’ye kadar burada ele alınamayacak kadar uzun ve girift bir konu!

***

ABD’nin son hamlesine karşı Türkiye’den yükselmesi gereken tepki; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” slogan dalgalanmasının çok ötesinde olmalı. Tarihçiliğin, diplomasinin, stratejinin ve ekonominin doğrularıyla Türkiye topyekün karşı atağa geçmelidir. Bunun için; siyasiler, en azından bu konuda ulusal bir dayanışma sergilemeli ve birbirlerine sallamaktan vaz geçmelidirler.

Eğer doğru adımları kararlılıkla atamazsak, Türkiye için “Nürnberg Mahkemeleri” kurmayı planlayanların eli güçlenecektir.