Hayatın değerini daha iyi anladığımız, doğanın güzelliğini özümseyip, özgürlüğün ne olduğunu iyice kavradığımız pandemi günlerinde, çaresizce, çoğunlukla geçmişi düşünerek umutla bekliyoruz gelecek günleri.

Şanslıymışız aslında; en güzel zamanlarını yaşamışız bu şehrin.

Bütün mahallenin birbirini tanıdığı, dertlerinden de, sevinçlerinden de haberdar olduğu yıllarda, samimiyetin en içten dönemini geçirmişiz.

Çocukluk ve gençliğimizin geçtiği bu güzel şehirde hafta sonu tatilini iple çekerdim hep. İran Konsolosluğu’nun tam arkasındaki dik rampada oturuyorduk. Hemen bir adım ötemizde içi ağaçlarla dolu Aşıklar Parkı vardı. Ağaçlardan yere düşmüş, dikeni açılmış at kestanelerinin parıldayan kahverengiliğini gördükçe iştahım kabarırdı hep.

Gerçi, bir ısırık alıp hemen atardım, tadı çok acıydı!

Şimdi eczacı olan Çetin Kansız gelirdi parka, en büyük favorimiz, tek bağımlılığımız Teksas ve Zagor’larımızı değiştirirdik, ardından Melek sinemasının önüne gider, afişlere bakıp dönerdik tekrar parka.

***

Yenicuma’nın uşaklarıyla maç için sözleşirdik bir hafta önceden, söz sözdü, hafta sonu, belirlenen yer saatte iki takım da hazır olurdu.

Aşıklar Parkı’nın üst tarafındaki alanda ağaçlar çok sık değildi. Karşılıklı iki tarafta, birbirine eşit mesafedeki ağaçları kale direği yapar, “5’te haftayım 10'da biter.” diyerek maçlara başlardık.

Sadece rakibe değil, ortadaki ağaçları da çalımlardık!

5’te haftayım olurdu genelde de, 10'da bitmezdi!

Acıkana, susayana ve nefesimiz kesilene dek ara vermeden koşardık topun peşine.

Hırs, büyük coşku, inanılmaz heves, bitmeyen mücadele olurdu maçlarımızda.

Dakikalarla sınırlı olmayan, adaletini kendimizin sağladığı hakemi bulunmayan, korner ve taç atışı yapılmayan, ofsayt kuralı uygulanmayan doyumsuz maçlar, en büyük sosyal etkileşimimiz olurdu. 

Oynayanlar bir yana, iyi de taraftar toplanırdı, sadece tanıdıklar değil, bölgeden geçen takılır kalırdı mahalle maçlarına.

***

Birlikte hareket etmenin güzelliğini doyasıya tattığımız o dönemde, bütün şehrin ortak bir paydası ve heyecanı vardı, futbola aşıktı herkes çünkü.

Ne kadar küçük şeylerle mutlu olurduk.

Bir dondurma, küçük lastik bir top ya da uzun uğraşlarla yaptığımız bir uçurtma.

Her şeyin maddeselleştiği bu günlerde ne büyük özlemle hatırlıyoruz o zamanları.

Hayatın tadı, güzelliği, mutluluk, vefa, yokluk, ne ararsan o zamanlarda vardı, en güzelliğiyle yaşardık.

***

Ve biz büyüdük. 

Dağıldık coğrafyanın farklı yerlerine, herkes kendi dünyasına hükmetmeye başladı.  

Artık, şehrin gürültüsünde, binaların arasında, duygusuzca, ekonominin esiri olmuş, robot gibi kurulmuş bir düzen içinde kaybolup gidiyoruz.

Boş arsaların, Arnavut kaldırımlı daracık sokakların ve toprak sahaların kaybolduğu, yok olup giden bir mahalle kültürünün ardından sadece kendimizle baş başayız artık.