İnsanlar saygı ile korkuyu karıştırıyor artık. Kişiye saygı yok denecek kadar azaldı. Sadece korktuğumuz ekonomik üstünlükler ve koltuklar var. Ve kimse bize korkak demesin diye saygı duymak denen bir palavra ile gizliyoruz gerçek hislerimizi.

Bir diğer seçenek ki o da taraf oluyoruz. Güçlü olandan taraf olmak ruhumuzu okşuyor.

Bir fikre olan bağlılığı sorgular ve dışına çıkarsak toplumdan dışlanmış ötekileştirilen olmaktan korkuyoruz. Eksik ya da yanlış yapmaktan değil, farklı olmaktan korkuyoruz. Saygınlık kazanmak gibi bir düşüncemiz yok çünkü mağdur rolü hoşumuza gidiyor. Eğitimli olmak, entelektüel yaşamak, okur olmak korkutuyor bizleri.

Sorgulamak istemiyoruz. Karşı çıkmak istemiyoruz. Bu yanlıştır demek istemiyoruz.

Doğrusu budur demek istemiyoruz. Ben böyle düşünmüyorum demek istemiyoruz. Kısacası kendimiz olmak istemiyoruz. Peki ne yapmak istiyoruz?

“Düşünceler ya eyleme dönüşür ya da insan düşüncesizce dönüşür” fikrinden yola çıkarak; kimseler duymadan hayaller kuruyor ama hayatın içinden sessizce geçip gitmeyi daha güvenilir sayıyoruz.

Bence insan ilk korkusunu kendini ararken buldu. Bir şeylerin doğru olmadığını, yolunda gitmediğini hissettiğinde korktu. Evde, işte, sokakta, arkadaşlar arasında farklı görünmekten ve yalnız kalmaktan korktu. Oysa tek başına olmak yalnız kalmak değildir. Bu bir duruş, bir varoluş en basitinden kendini sevmektir. Olmadı yapamadı insanoğlu. Televizyon, sosyal medya gibi sanal alanlarda anlık mutluluk kareleri ile gülen insan maskesini takıp gizlenmeyi seçti. 

Ve kendisine olan saygınlığını kaybedince kendinden üstün her koltuğa korku duymaya ve her korkusuna da bir koltuk vermeye başladı.

Bilimsel olarak bir karşılığı var bu düşüncenin, sürü psikolojisi ile yaşam. Ama bana kalırsa tam karşılığı satılık düşünceler pazarı. Hem de yok pahasına...