Belki de milattan önceye dayanan kabullenilmiş galip gelme arzusudur bu.

İnsan beslendiği her şeyi küçük ve hor görmeye ne zaman başladı bilemem ama fıtrat denen kelime tamda burada çıkıverdi  gün yüzüne. Nesiller boyu süregelen galip gelme arzusu ile beslediğimiz egomuz, kendi boyunu öyle aştı ki doğadan örneklerle süsleme gereği duydu kudretini.

Aslan gibi yürekli, kartal bakışlı, tilki gibi kurnaz, çita gibi hızlı ve bir boz ayı gibi güçlü olma idealleri arasında birbirimize üstünlük kurma telaşı ile yaşamayı dert edindik kendimize.

Şimdi bu kelimeleri diğer örnekleriyle değiştirelim. 

Yunus yürekli, martı bakışlı, fil akıllı, bir tavşan kadar hızlı, bir öküz kadar dayanıklı...

Olmadı dimi yakışmadı bize.

Neden yakışmadı anlatmak isterim size? 

İçimizden bir ses bize şunu söylüyor, şefkat ve merhamet acizliktir. 

Sevgi hakimiyet elinde oldukça güzeldir. 

Üretmek en fazla payı biz aldıkça sürdürülebilir. 

Akıl üstünlük sağlamak içindir. 

Bir şeyi görmek onu fethetmek için ilk adımdır. 

Dayanmak ve güçlü olmak sadece galip gelebilmek için verilmesi gereken mücadeledir. Aklıma bir şey takılıyor.

Hz Adem'in günahı insanlığa kalan miras olabilir mi?

Sanırım insan en güzel elmanın sahibi olmanın peşinde, ona verilen bütün  nimetleri yok sayıyor. 

Yasak olan caziptir derler, insan kendine ait olmayan ne varsa sahip olmak istiyor. Kazanıyor paylaşmıyor, seviyor ama emek vermiyor, tüketiyor ama bölüşmek nedir bilmiyor.

Benim bir galip amcam var, o aristokrat sesiyle yinelemekten vazgeçmediği sözünü paylaşmak istiyorum sizinle, “Bu dünyada en çok neyi seviyorsan senin tanrın odur evlat.”

Bizler için dünya bundan ibaret, kendimize seçtiğimiz tanrılarımız.