Geçtiğimiz 10 Kasım’da Türkiye Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü andık.
Öncelikle Ulu Önder Atatürk’ün şu sözünü hatırlatmak gerekir: “Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.”
Atatürk’ü anmasına anıyoruz da acaba ne kadar anlıyoruz?
Anlamak için tabi ki okumak gerekir. Ama en can alıcı nokta; öğretmenlerin öğrencilerine Atatürk’ü ne kadar anlatabildiğidir. Bugün bu noktada çok endişe verici olaylara tanık oluyoruz.
İşini gücünü yani eğitim ve öğretimi bırakıp siyasi paylaşımlar arasında kaybolan, o kutsal mesleği linç eden örnekleri içimiz cız ediyor. Tıpkı siyasette olduğu gibi farklı görüşte sendikalar kurup, mücadele adına hakaretleri havada uçuran öğretmenler görüyoruz.
Bir bakıyorsunuz koca koca bazı profesörler (nasıl profesör olduğu belli olmayan) Atatürk’e hakaret yağdırıyor. Aslında bu hakaret etmenin altında aslında meşhur olmak, belli bir siyasi görüşün gözüne girip makamında yükselmek var. Bazen hedefe de ulaşıyorlar.
Yazık…
***
Atatürk’ün öğretmenlerle ilgili bir anısıyla devam edelim:
Muallimler Ankara'da bir toplantı yapmışlar, bu içtimaya iki-üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı.
Muallim hanımların içtimaya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikayete giderler. Gazi kızarak: “Kimmiş muallimler cemiyet reisi? Çağırın onu!” der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır: “Siz Muallimler içtimada ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?” Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder: “Olur şey değil, olur şey değil! Mazhar müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışır:
“Efendim vallahi...”

“Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı?”
***
24 Kasım’da da Öğretmenler Günü’nü kutlayacağız.
Türkiye'de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır. 24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Millet Mekteplerinin Başöğretmenliği’ni kabul ettiği gündür.
Atatürk ne dedi?
Atatürk; akıl dedi.
Bilim dedi.
Eğitim dedi.
Gelecek dedi.
Yerli üretim dedi.
Kadın hakları dedi.
Çağdaş toplum dedi.
Muasır medeniyet dedi.
Her zaman daima ileri dedi.
Ve hiç yanılmadı, yanılmayacak da…
Söyler misiniz? Yukarıdakilerin kime ne zararı var?
Ve söyler misiniz bunları kime söyledi?
Bunların gereğini yerine getirmek ilk önce kime düşüyor?
Tabi ki öğretmenlere…
Dileriz bu Öğretmenler Günü yeni bir başlangıç olsun.
***
Öğretmenleri geçtik…
Peki, Türk Ulusu ne kadar anladı Atatürk'ü?
Günümüze baktığımızda hiç denecek kadar az olduğunu gözlemliyoruz ve içimiz acıyor. Günümüzde açıkça ortaya çıkan ve pervasızlığı marifet sanan karanlık odaklar tarafından Atatürk düşüncesine yeni düşmanlıklar üretilmekte, hakaretler yağdırılmakta, hedefler saptırılmaktadır. Aydın geçinen bazı kesimler ise Atatürk’ü istismar etmekte, onun düşünceleri üzerinden kendini aklama yoluna başvurmaktadır. Bir bakmışsınız savunduğu ideolojinin Atatürk’le uzaktan yakından alakası yoktur.
Ne acıdır ki tüm bu olup bitenlere Türk Ulusunun önemli bir bölümü de sessiz kalmaktadır.
Atatürk'ün Türk Milletine en büyük hediyesi cumhuriyettir. Etrafınıza bir bakın. Bugüne kadar Ortadoğu'nun sefalet çamurunda debelenmeyen bir Türkiye var olabildiyse bu, Atatürk ve Cumhuriyet rejimi sayesinde olmuştur.
Dikkatli olmak, sıkı durmak, yere sağlam basmak gerek. Ülkemin ve de ulusumun hem dışarıda hem de içeride düşmanı çoktur. Tarih boyunca kendine en fazla düşman yetiştiren bir ulus olduk.
Atatürk'ü anlamak demek; ideallerini görmek, yaşama geçirdiği fikirleri görmek, fikirleri duygulara dönüştürmek demektir. Bunlar başarılmadıkça cumhuriyetin ve demokratik yaşamın kazanımları yaşanmadan silinir gider.
Bir coğrafyaya, vatan toprağına, bir dile âşık olmanın sorumluluğu ile hep birlikte güzel bir şeyler yapabilme özlemidir Atatürk'ü anlamak.
Kırmadan, dökmeden, çatışmadan birlikte yapabilmek; varlığı da yokluğu da paylaşabilmektir Atatürk'ü anlamak.
İşte hakaretlerin havada uçuştuğu bugünkü siyasetin hali. İşte bugünkü sendika kavgaları ve siyasi görüşler nedeniyle kavga eden eğitimcinin hali.
İlk önce bu iki kurum anlamalıdır Atatürk’ü…
Kalın sağlıcakla…