ACILARLA KAYBEDİLEN KOCA BİR VATAN!
Haziran ayının ikinci yarısında beş balkan ülkesini kapsayan bir tarih ve kültür gezisinde bulundum. Attığım her adımda, gittiğim her mekânda bu cefakâr milletin evlatlarına balkan savaşları süresince yapılan inanılmaz katliam ve işkenceleri hatırlayarak kahırlandım. Bir milyon evladı Fatiha'nın yok edilmesi yanında, kaybettiğimiz koca bir vatandı balkanlar! En önemli sebebi ise neydi bilir misiniz?

Eskiden askere gidip, askerliği bittikten sonra, terhis olmayıp asker ocağında kalıp rütbe alanlara Alaylı, Harp okullarına gidip mezun olduktan sonra ordu saflarına katılanlara Mektepli denirdi. Bu iki gurup arasında da amansız çekişmeler olurdu! Alaylılar mekteplileri, mektepliler alaylıları hiç sevmez ve hatta birbirlerinin komuta ettiği birliklerin yenilmesi için adeta dua ederlermiş ki, kendilerinin haklılığı anlaşılmış olsun! Bu anlamsız çekişme bize koskocaman bir vatanı kaybettirdi. Acılar, ihanetler, katliamlar da bunun yanında: Ayrıca; Osmanlıcılık anlayışı ile dışişleri bakanlığına getirilen Ermeni Gabriel efendinin Ruslardan aldığı direktifle, Osmanlıların savunma amaçlı olarak Balkanlar da beklettiği 120 tabur askerini terhis edip, Balkan topraklarını savunmasız hale getirmesi de cabası. Gafletin ve ihanetin bu kadarı da inanılır gibi değil!

Şimdilerde de bütün siyasilerin yaptığı; "Mektepli-Alaylı" çekişmesini seyrediyoruz. Herkesin, ama herkesin aklını başına devşirmesi zamanıdır. Haklı olmak vatanın kurtarılması için gereklidir ancak yeterli değildir! Ünlü İslam Sosyoloğu İbni Haldun’un bu konuda mükemmel bir tespiti vardır.” Suyun suya benzediği kadar, geçmiş geleceğe benzer” diyor. Düşününce içimiz ürperiyor.

Bu tespitten sonra gezimize doğru alalım. 21.45 de İstanbul’dan kalkan uçağımız Üsküp havaalanına inince sanki orada şehitlerimizin ruhu bizi karşılamıştı. Baktığım her yönde gördüğüm her harekette bunu hissettim. Gecenin ilerleyen saati olduğu için otelimizin yolunu tuttuk ve iyi bir “Evlad’ı vatan uykusundan” sonra sabah çok yoğun geçecek günümüze başladık. Kahvaltıdan sonra yaklaşık 5.asır akıncılarımıza Balkanlarda merkez olmuş Üsküp’ü gezecektik, heyecanlıydık!

***

ÜSKÜP ŞEHİRLER GÜZELİ
Üsküp 9 Ocak 1392 tarihinde Osmanlı Türklerinin egemenliğine girmiştir.  1392 yılından itibaren ekonomik ve idari bakımdan şehirde büyük değişiklikler olmaya başlamıştır. Coğrafi konumunun sonucu olarak şehir, Türklerin sonraki fetihleri için merkez olmuştur. Şehir, Osmanlı İmparatorluğu egemenliği sonrasında politik ve ekonomik açıdan çok güçlü bir hâle gelmiştir.

Makedonya’nın başkenti Üsküp, ülkenin tek büyük akarsuyu Vardar Nehri’nin iki kıyısında kuruludur. Bir yakada Arnavutlar ve Müslümanlar, diğer tarafta Ortodoks Hıristiyanların yaşadığı kent aynı zamanda tarihi bir Osmanlı yerleşimidir. Kentte Makedonlardan sonra Arnavutlar ikinci, Türkler üçüncü etnik grup olma özelliğine sahip. Makedonlar Üsküp’ü Skopje olarak adlandırıyor. Ülkenin adı büyük tartışmalara sebep oluyor. Türkiye ve Birleşmiş Milletler ’in dört daimi üyesi ile birlikte birçok ülke burayı Makedonya olarak tanırken, Yunanistan’ın baskısıyla bir grup da Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti isminde ısrar ediyor. Birleşmiş Milletler de ikinci grupta yer alıyor. Bu durum özellikle Yunanistan’dan Makedonya’ya geçişlerde sorun yaratabiliyor.

Üsküp, tarihi bir kent olmanın yanında, ülkesinin de en büyük yerleşim yeri olma özelliğini taşıyor. Bu iki durum Üsküp mimarisini geleneksel ve modern olmak üzere iki damardan beslemiş. Ayrıca eski Sovyetler Birliğine bağlı olmuş olması da bu sistemin mimari anlayışını yansıtıyor.  Bu kısa bilgilerden sonra şimdi de gezip gördüklerimizle gezimize devam edelim;

Üsküp Old Bazaar’a Türk Çarşısı da deniyor. Bunun sebebi buradaki esnafın birçoğu Türk olması ve pazarda ağırlıkla Türkçe konuşulması. Çarşı, Anadolu’daki benzerlerini oldukça hatırlatıyor. Türk olduğunuzu belirtmeniz keyifli sohbet ve alışveriş için oldukça önemli bir anahtar. Tabi buraya ulaştığımız için çarşının meşhur yemeklerinden de tatmadan geçemedik.

Biri öğretmen diğeri Hukuk tahsili yapan iki kızım ile birlikte bu geziye katılmıştık. Gezi öncesi kızlarım bana; baba önce şu Avrupa’yı bir görelim de, ondan sonra Balkanlara gideriz demişlerdi. Ancak gezi sonrası en önemli kazancımın; yine kızlarımın bana; baba iyi ki önce Balkanlara gelmişiz değerlendirmesi olmuştu. Milli şuur böyle oluşuyor işte, gezerek, görerek, hissederek, bilip öğrenerek.

Çarşı içinde görülecek tarihi yapılar arasında Osmanlı mimari geleneğinden; Mustafa Paşa Camii, Kurşunlu Han, Sulu Han, Davut Paşa Hamamı bulunuyor. Burada eski Türk evlerinden de örneklere rastlamanız mümkün. Bütün bu muhteşem eserleri büyük bir ilgi ile geziyoruz. Rehberimizin bizi etrafına topladığı her an belgeselcimiz İsmail Bey de orada çekime başlıyor, bu işi adeta milli bir görev olarak eksiksiz yerine getiriyordu.

Mimar Sinan tarafından yapılan kentin simgesi Taş Köprüyü gururla seyrediyoruz. Bu köprü 15. yüzyılda 13 gözlü, eşsiz bir mimari yapı ile inşa edildi. 1963 yılında meydana gelen büyük depremle yüzde 80’i tamamen yıkılan Taş Köprü Üsküp’te ayakta kalan ender yapılardan biri.

Birkaç yıl öncesine kadar yıkıntı halinde olan Üsküp Kalesi, geçirdiği restorasyonla tekrar eski günlerine dönmüş. Kentin eski tren istasyonu da kısmen yıkılmış olsa da bugün Ulusal Müze olarak değerlendirilmiş. Üsküp ve Makedonya ile ilgili tarihi ve kültürel ipuçlarını burada bulabilirsiniz.

ÇİFTE HAMAMA UĞRAMADAN OLMAZ
Kentin en yeni kilisesi St. Clementin Katedrali Vardar Nehri’nin hemen yanında. Vardar nehri deyince aklımıza hemen ünlü Rumeli türküsü geliyor; “Vardar ovası, Vardar ovası; kazanamadım sıla parası”. Bu türküyü yazan belli ki gurbetçiymiş. Bizimde hafızamızdan silinmeyen bu türküye konu olan Vardar ovasındayız işte, İnsan bir garip oluyor inanın. Onunla birlikte Üsküp ’Saat Kulesi’ni de gezerek şehrin yeni görünüşü hakkında kanaatlerimizi geliştirdik. Hünkâr, Yahya Paşa, Murat Paşa camilerini ziyaret ediyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi Murat Paşa. Camii Üsküp’te hala Türkçe vaaz yapılan tek camimiz. Oradan çifte hamama uğruyoruz.

Üsküp’e gelmişken Makedonya’nın diğer değerlerini görmek isterseniz bizim gibi biraz yolculuğu göze almanız gerekiyor. Koşukavak Turizmin, Gündönümü Turizm ile ortaklaşa yaptığı bu kültür ve tarih gezisi hafızalarımızı yenilememize vesile oldu. Özellikle ben burada; Koşukavak Turizm ve Balkan Türkleri Dayanışma Derneği Yöneticisi Rıfat Yakupoğlu ve Gündönümü Turizmin sahibi Halil Güven kardeşimize gurubumuz adına teşekkür ediyorum. Ayrıca attığımız her adımı, gittiğimiz her yeri 40 derece sıcaklığa rağmen, bıkmadan, usanmadan çeken, ünlü belgesel yapımcısı İsmail Kahramana ve rehberimiz Seyfettin Kurtiş Bey’e teşekkür ediyorum. Ayrıca araca binince gurubumuzu büyük bir titizlikle her seferinde bıkmadan sayıp eksik var mı, yok mu diye tespit eden bayan rehber yardımcımıza da teşekkür ediyorum. İnsanlar görevini iyi yapınca gezinin tadı daha anlamlı oluyor.



Yakın tarihimizde Üsküp’le ilgili kısa bir bilgi aktararak yolumuza devam edelim: 1912'de başlayan Birinci Balkan savaşında Sırpların eline geçen Üsküp, o tarihten itibaren Osmanlı devleti egemenliğinden çıktı. 1915'te Bulgarlar tarafından Sırplardan alınan Üsküp, Birinci Dünya Savaşı sonlarında, Fransız birlikleri tarafından Bulgarlardan alındı. İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ve Bulgarlar tarafından işgal edilen şehir, 1944'de Partizanlar tarafından geri alınarak Yugoslavya bütünlüğü içindeki yerini aldı. Tarih boyunca toprakları Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Sırplar arasında pay edildiği için tarihsel sınırlarının bugün küçük bir parçasında kalan Makedonya'nın başkentliği görevini yürüten Üsküp, Yugoslavya Federasyonu döneminde tarihteki önemini koruyamadığı için varlığını mütevazı bir şehir olarak bugünlere kadar getirdi. Osmanlının 1. Balkan savaşı sonunda terk ettiği Üsküp’ü gönlümüzü güzelliklerinde bırakarak bizde terk edip “Kalkandelen’e” doğru yola çıkıyoruz.

KALKANDELEN ALACALI CAMİİ, ZERAFETİN ZİRVESİ
Eğer bizim gibi birkaç saatinizi ayırırsanız, Türk nüfusunun çoğunlukla yaşadığı Tetova kentine kadar uzanabilirsiniz. Türkler burayı Kalkandelen olarak biliyor. Buradaki Alacalı Camii görmek bence bir ayrıcalıktır. Camiyi büyük bir merak ve heyecanla inceliyoruz. İçindeki yaşlı Türklerle konuşuyoruz. Caminin yapılış hikâyelerini dinleyip bahçesinde serinlendikten sonra yola revan oluyoruz. Ama inanınki gözümüz arkada, Alacalı caminin güzelliklerinde kalarak oradan Ohrid’e doğru yollanıyoruz.

OHRİD SAKLI BİR CENNET
Makedonların en sevdiği yerlerden biri olan ve övünçle tanıtmak istedikleri Ohrid’i (Ohri) kenti ve gölü bulunduğumuz yerden yaklaşık olarak 150 kilometre uzakta. Ohrid güzellikleri ile bizimde hayallerimizi süslemeyi başarmış eski bir yerleşim yeri. 2000 yıllık tarihi olan Ohrid tarihte çeşitli medeniyetlerin yönetiminde kaldığı için, farklı renkleri ve güzellikleri yansıtma şansına sahip önemli bir turizm merkezi olmuş. Bizim TV’lerde yayınlanan “Elveda Rumeli” dizisinin birçok bölümü burada çekilmişti.  Makedonya`nın Arnavutluk sınırında bulunan ve kendisiyle aynı ismi taşıyan gölün kıyısında kurulu Ohrid bu gün önemli bir turizm merkezi haline gelmiştir. Ülkenin ve Üsküp`ün güneybatısında yer alan şehrin nüfusu 55 bin civarındadır.  Ohri`de yaklaşık olarak 4000 Türk yaşamaktadır. Ohri`de Osmanlı döneminden kalma 15 cami (bugün 3 tanesi açıktır), 1 de tekke bulunmaktadır. Göl manzarası, bölgeye özgü evleri ve tarihi mimari eserleriyle ünlü bir turistik noktadır. Ayrıca yılın her gününü sembolize etmek için Hristiyanlık döneminde buraya tam 365 adet kilise yapılmış olduğunu hatırlatmak isteriz.

Osmanlıdan kalma Safranbolu evlerine benzer, mimari yapısına sahip evler Ohri’ye bir Anadolu görünümü kazandırıyor. Şehir ve Ohri Gölü Unesco tarafından 1978 den itibaren dünya mirası listesine dâhil edilmiştir.

Ohri 1385 yılından başlayarak 1912 yılına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Ortaçağ`dan ve Osmanlı döneminden kalan birçok izler taşır. Aynı zamanda Slav ulusların kullandığı Kiril alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edilir. Kiril alfabesi, yaygın olarak Slav dillerinin yazımında kullanılan alfabedir. Adını Ortodoks rahipleri Kiril ve Metodius'tan almış olmasına karşın bu alfabeyi gerçekte onların geliştirdiğine ilişkin kesin bilgi yoktur. Yapılan araştırmaların gösterdiklerine göre Kiril ve Metodius'un öğrencileri, 9. yüzyılın ortasında günümüzde Kiril alfabesi olarak bilinen ve halen Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Sırbistan ve diğer ülkelerde kullanılan bu alfabeyi Orta Çağ Yunan (Bizans) alfabesinin temelinde geliştirerek Yunancada bulunmayan birtakım Slav seslerini de buraya eklemişlerdi. Toplumda her nedense Kiril alfabesi denince akla hemen Ruslar gelmektedir. Hâlbuki ki bu alfabeyi Makedonlar icat etmişlerdir. Bunu da hatırlattıktan sonra Ohrid gölü kenarında muhteşem manzarası olan otelimize yerleşiyoruz. Akşam yemeğinden sonra şehir turuna katıldık. Çok renkli ve canlı bir gece hayatı olan Ohrid ışıklar altında sanki başka bir güzel. Ohrid gölü turumuz muhteşemdi. Gölü besleyen su kaynaklarına ulaşınca yerden bir anda kaynayan dev su gözeleriyle karşılaştık. Etrafı ormanlarla çevrili bu su havzasında kayık turu yapmak mümkün. Derler ya cennetten bir köşe, herhalde böyle yerler için söylenmiştir diye insan düşünmeden edemiyor. Binlerce insanın gezindiği göl ve çevresinde çöp görmek ne mümkün! Medeniyetin kazandırdığı ortak değerleri ülkemizde de unutmamak gerektiğine inanıyorum. Aşınası olduğumuz bu güzellikleri bize vermeyecekleri gerçeğiyle hayal âleminden uyanıp otelimize döndük. Günün yorgunluğunu, uykunun güzelliğine terk ederek sabahladığımız gecenin sabahında yine yollardaydık. Bu sefer hedefimizde Resne vardı.

Devam edecek…