Gündeme geldiği, adının geçtiği andan itibaren heyecanla beklediğim film şimdi beyaz perdede.

Filme gelmeden önce okuduğum yorumlar neticesinde acabalarım olmadı değil. Okuduğum yorumlarda beğenenler elbette vardı ancak eleştiren de bir hayli fazlaydı.

Neymiş efendim; sahneler hep gece, hep karanlıkmış

Neymiş efendim; patlamalar gerçek dışıymış

Neymiş efendim; darbe ile alakası yokmuş. İstanbul, Ankara konuya dâhil edilmemiş

Filmi izledikten sonra bu yorumları yapanların filmi boş bakışlarla izledikleri, konusunu ve aşamalarını takip etmediklerini anladım.

Çünkü filmin gösterimi öncesi yapılan söyleşilerde zaten 15 Temmuz'un “Görülmeyen yüzünün perdeye aktarıldığı” dile getirilmişti.

Demek ki filmi eleştirenler, bu ayrıntıya dikkat etmemişler.

Filmde zaten sınırda bulunan ‘Yalavuz’ köyünde geçiyor. Darbecilerin sadece ülke içerisinde değil, sınır dışında da olduklarını anlatıyor. Eğer başarılı olsalardı terör örgütlerinin Güneydoğu’dan içeri gireceklerini söylüyor.

Kuzey Irak’ta başlayan filmde, bulunan ipuçları ile Yalavuz’a giden Polat Alemdar, İstanbul ve Ankara’da olanları televizyondan izleyince parçaları kafasında oturtmaya başlar.

O sırada darbeci askerler, sınır ötesinden onlara desteğe gelenleri rahat bir şekilde ülke topraklarına alması için karakolu ele geçirmeye çalışır.

Bu sırada Polat, karakolu korur ve komutanı yakalar. İşte eksik olan parçalar da komutan konuşunca tamamlanır.

Dış güçlerin bünyesi altında olan örgütlerin sınırı geçmesine izin vermemek için canlarını ortaya koyan vatan evlatları, ilk saldırı girişimini püskürtü.

Ancak sayıları bir-iki-üç olmayan bu hainlerin öldürüldükçe artması, bizimkilerin işlerini sadece uzattı.

Sahne geçişleri kimine göre hızlı olsa da bence verilen mesaj ve işlenen konu açısından yeterliydi. Eğer, her şey çok ayrıntılı olsa idi, sinema için genel süre aşılmış olurdu ki, bu da izleyicileri sıkardı.

Hani ilk kurşunu sıkan kahraman askerimiz Ömer Halisdemir vardı. Kamyonu ile darbecilerin karşısına çıkan 50 yaşındaki Şerife Teyze’yi unuttum sanmayın. Tankların önüne yatan Ahmetler, Mehmetler vardı. Hain kurşunların önüne atlayan kahraman vatan evlatları...

Ha işte bunlar, sadece gördüklerimiz ve duyduklarımızdı. Filmde ise bunların dışında, darbenin, yaşananların sadece bundan ibaret olmadığını anlatılıyor. Yüzlerce, binlerce hainin bu vatanı nasıl ele geçirmek istediğini, sıkışınca nasıl kaçtıklarını adeta gözler önüne seriyor.

Eleştirilerin aksine patlamalar, yıkılmalar, ses efektleri oldukça başarılıydı. Hikaye için diyebileceğim ise daha başka nasıl anlatılabilirdi ki.

Tüm bunların yanı sıra Türk kadınının yüceltilmesi. Yalavuz’un karakol komutanı olarak Deniz Üsteğmen’in korkusuzca işgalcilere karşı savaşması.

FETÖ’yü canlandıran Yücel Erten’in mimikleri ve gerçekçiliği ile olayın içindeymiş gibi hissettirilmesi.

Ve Türklüğü iliklere kadar hissettirip, son noktayı İstiklal Marşı ile koymaları.

Bütünüyle bakıldığında, her şey bu kadar şeffaf iken, almak isteyene verilen mesajlar çok net iken nasıl oluyor da halen aksi söyleniyor ya da düşünülüyor açıkçası şaşıyorum.

Filmin sonlarında da geçiyor ya aslında bu bir zafer, aslında biz kazandık, aslında her şey yeni başlıyor. Diyor hain tayfası.

Onları parçaladık, birbirine düşürdük diyor şerefi olmayan, kalbi kurumuş muhterem tayfası.

Ve gözü dönmüş, önünü göremeyen satılmış köpekler.

Hani nasıl bakarsan öyle görürsün derler ya.

Bunlara ne taraftan bakarsan bak, hain görürsün.