Tarihin hiçbir döneminde Türk milleti bedel ödemeden bir kazanım elde edememiştir. Doğudan batıya akıp giden ve yüzyıllarca değişik coğrafyalarda hakimiyet kurarak yaşayan ve yaşatan millet özelliğimiz vardır. Batı yürüyüşü, Hazar Denizi’nin, kuzeyinden ve güneyinden olmak üzere iki koldan yapılmıştır. Kuzeyden batıya yürüyüşün bedeli ağır olmuştur. Çünkü gidilen yerlerde güçlü bir yerleşik Hristiyan kültürle karşılaşmışlar ve de İslam’la henüz tam olarak, “haşır-neşir” olamadan gittikleri için, kısa sürede yerleşik kültürün etkisinde kalarak, önce inançlarını, sonra da milli kimliklerini kaybederek genetik kodlarına yabancılaşmışlardır. Finler, Macarlar, Bulgarlar, Ukraynalılar bunların başlıcalarıdır. Yani bu yürüyüş, milli kimliğimizin asimilasyonu ile sonuçlanmıştır.
Buna mukabil; Karadeniz’in güneyinden batıya doğru hareket eden guruplar, Talas ırmağı savaşından sonra İslam’la müşerref olmaya başladıkları için, özellikle Anadolu da ve devamında Balkanlarda bir kimlik değişimine ve inanç erozyonuna uğramamışlardır. Hatta İslami kimlikleri onların milli yapılarının koruyucu zırhı görevini yapmıştır.
Bakmayın siz bir avuç maceraperestin mesnetsiz söylemlerine! Ne diyorlar dı; İslam’da, soy-sop yoktur! Hâlbuki İslam’da soy-sop vardır ancak bunu üstünlük yarışına çevirmek yoktur. Üstünlük elbette ki takvadadır, Yoksa kuzeyden gidenler gibi, güneyden de gidenler, eğer İslami değerlerle tanışıp onlara iman etmemiş olsalardı, muhtemel bunlarda milli kimliklerini kaybederek yok olup gideceklerdi.
Bu gerçeğe rağmen Yavuz’dan sonra Arap coğrafyasından getirilen Eş’ar’i ulemasının sebep olduğu “kimliksiz İslam” anlayışı Osmanlı’yı yıkıp dağılmaya getirmiştir. Bu sonuçta; milletimiz için hala acılarını yaşadığımız büyük bedellerin ödendiği yıllar olarak hafızalarımızdan silinmemiştir.
Bütün bu acılar ve kaybedişlerden sonra yeni Türk devletinin temelleri 1920’de atılıp, bu devlet 1923’de Lozan’la resmiyet kazanınca, ardından Cumhuriyet ilan edildi. Dünyada ve Avrupa’da birçok devlet Cumhuriyet rejimini getirebilmek için onlarca yıl birbirleriyle savaştılar ve bu savaşlarda milyonlarca insan hayatını kaybetti. Büyük bedeller ödenerek Cumhuriyet sistemine ulaştılar.
Türk milleti, yıkılan imparatorluğun küllerinden yeni ve milli bir devlet kurmak için çok büyük bedeller ödedi ancak; sadece, Atatürk’ün büyük devlet adamı olması sayesinde Cumhuriyet rejimine geçişte bedel ödememiştir. Çok bilinen bir özelliğimiz vardır; doktora giden hastalarımıza eskiden doktorlar, etkili ancak ucuz ilaçlar yazarlardı. Hasta yakını ise bu ilaçlar ucuz olduğu için etkisinin olmayacağını düşünerek, reçeteyi yırtar, gidip pahalı ilaçlar alırlardı.
Tıpkı bunun gibi, bugün insanımızda hiçbir bedel ödemeden Cumhuriyet rejiminin faziletlerinden yararlanmak yerine, onu beğenmiyor ve güya yerine, daha dünyada uygulama ve başarı alanı olmayan kendilerince sistemler getirmek istiyorlar.
Bu ham hayal ile hareket edenlere tavsiyemizdir ki; biraz tarih okusunlar. Kimileri ideallerine bedel ödeyerek ulaşırlar, batılılar gibi, kimileri hiçbir zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller kurar, bu hayalleri için her şeyi yakıp yıkmayı dava zanneder, cumhuriyete amansız karşı olanlar gibi, kimileri de ideallerine akıl ile ulaşırlar, Atatürk gibi!
İşte bu kadar.