Kimlik ve kişilik, insanın çokluk içinde kendini dönüştürerek ulaşabildiği bir kazanım. Yoksa kişinin teklik içinde kendini geliştirip, özüyle buluşması çok da olanaklı olmuyor!..

Yaşam tarzımız olarak tariflenen, hedeflediğimiz yönün denendiği o çileli süreç, hiç kuşkusuz hayatımız boyunca kişiliğimizdeki ve dış dünyaya karşı yönelimimizdeki tutarlılığın ya da tutarsızlığın kaynağını oluşturuyor.

Hiç kimse çıktığı yolda asla kendisi kalmaz. Yol insanı başkalaştırır! Kendi yönünü bulmanın biricik yöntemi; başkalarının yüklerini omuzlamak ve başkalarının yollarını yürümekle ortaya çıkar. 

Aynalar gerekir kişiye bu yürüyüşte kendini görebilmesi için. Boy aynaları!..

Bazı insanlar vardır, yaşadığı coğrafyaya karşı sorumluluk hissedip, gücün ve zorbalığın karşısında başının gölgesini öne düşürmeden, toplumunu ve onun üzerinden tüm insanlığı, düşünsel ve yaşamsal boyutuyla daha ileriye taşımak adına, duruma uygun söylem ve eylem geliştirip.

Nereden ve kimden gelirse gelsin haksızlığın her türüne karşı çıkıp, bilimin ve aydınlık düşüncenin izinde… hurafelerin, yalanın-dolanın ve karanlığın karşısına yılmadan dikilip, ne iktidar dalkavuğu, ne de patron yalakası olmayı reddederek, halkının ve haklının omuz başında muhalif kalmayı hedefler, işte onlara selam olsun.

Kuşkusuz burada muhaliflikten kastedilen, salt iktidara muhalefet olsun diye “müzmin” bir karşı duruş sergilemek demek değildir. Hele iktidarı şikayet etmek hiç değildir. 

Muhalif olmak, yozlaşmış toplumsal yapı, kurum ve değerleri eleştirmek… Siyasal, ekonomik ve kültürel yaşama ilişkin sorunları ve bu sorunlarda iktidarın yanlışını dile getirmek ve kamuyu aydınlatma misyonu içinde hareket ederek, söylenmesi gerekenleri yüksek sesle söyleyebilmektir.

Kendilerini toplumuna adayıp, halkının yanında konumlanan entelektüel, yönetim katında dost tutmadığından;  ne korunacak çok maaşlı makamları, ne çifte pasaportları, ne de ekonomik olarak başında nöbet tutup, güçlerine güç katacak servetleri vardır… ama onların bazılarını çok rahatsız eden başka özellikler vardır; mesela lafı eveleyip gevelemektense, başlarına gelecekleri bile bile! gerçekleri dobra dobra söylemekten asla yüksünmezler.

Çevreleri boşaltılarak yalnızlaştırılan bu soylu insanlar, Dünyanın neresinde, ve hangi iklimde olursa olun, her zaman mücadeleleriyle anılıp AYDIN diye tanımlanırlar.… Renan’a göre; aydın kişi ne kendi diline aittir ne de uyruğuna. O özgür ve etik sahibi olduğu için salt kendine aittir. Elbette aydın olmanın birkaç dozluk reçetesi yoktur, ancak aydın olabilmenin yadsınmaz sorumlulukları vardır…

Kime karşı?

Tabii ki Tüm insanlığa, özellikle de yaşadığı coğrafyanın insanlarına…

Peki, işe-aşa erişemeyip, ölüme yatanların sıradanlaştırılıp, En Temel İnsan Haklarının boğazlandığı bir çağda! bu sorumluluğun erincine varmış olanlar nerelerdedir?

İşte, Boğazımızda Düğümlenen! Ve bir türlü yanıtını alamadığımız soru, tam da budur?

Gramsci’ye göre bütün insanlar aydındır, ama bütün insanlar, toplumda aydının gördüğü işlevi sürdüremezler. Bununla kastettiği toplumda iki tür aydının var olduğudur.

Birincisi nesilden nesile toplumunun yanında yer alan “geleneksel aydın”, ikincisi ise iktidarla ilişkisi olan ve iktidarın çıkarları doğrultusunda hareket eden “organik aydın”lar. 

İktidarı ele geçirmek ya da, var olan iktidarlarını sürdürmek isteyen grupların, geleneksel aydınları ideolojik olarak kendilerine dönüştürme ve kazanma yolunda farklı uğraşlar verdiğini iddia eden Gramsci; “Aydın, halkın tutkularını anlamazsa, onunla arasında duygusal bir bağ kurmazsa. Halkla arasında bir mesafe olursa aydın değildir” der. 

Organik aydınlara gelince; onlar zaten yönelimleri itibariyle egemen sınıfın gönüllü elçileridir. Yerine getirdikleri görev ve işlevler; Toplumsal yaşamı değiştirip dönüştürmek, politik düzenin meşruiyetini sağlamak, kapitalist sistemi rasyonelleştirmek ve popüler kültürü yaygınlaştırmak adına her türden herzeyi yemek! 

Efendiye hizmette sınır tanımayan… Aykırı olmakla edepsiz olmayı birbirine karıştıran günümüz taklacı aydınları; bu aşağılık işlevlerini icra ederken, her türden etik değeri yok sayıp, kendilerine tahsis edilen makam ve TV kanallarında özel hayatlar üzerinde yetmez deyip hayasızca tepinmeyi sürdürüyorlar halen!

Yaşanan ve yaşatılanlar, sayrılığın stabil seyridir!