Toplumumuzun geçirdiği/geçtiği sancılı dönemler, kırım kıyımın… Her türden uyumsuz ve olumsuzluğun, tek seçenek olarak hüküm sürdüğü “olmazlar” ortamlarda söz susar, kelimeler kifayetsiz kalır çoğu kez!..Ve sözün tutsaklığında sığınılır Anadolu bilgelerinin özlü betimlemelerine.

Şimdi klavye başı nöbetlerini sürdüren trolümsü sazanlar! Mevlana dan alıntıladığım, böylesi sahipsiz bırakılmış ortamların haramilerini işaret eden; “Bozuk Olunca Maya,Ne Ar Tanır Ne de Haya.” hatırlatmasının üzerine abanıp, kıt akıllarıyla bu yinelemeden farklı anlamlar çıkartmaya çalışacaklar!.. Varsın oyalansınlar.

Çağına kavrayıcı bir bakışla bakan yazarın, kaleminin ucu başka bir yöne kolay kolay evrilmez, evrilmemeli de… Gördüğünü, kavradığını, hissettiğini yazmak onun düşünsel özünün yansımasıdır. Hem zaten sınırlandırılmış her Yol Ayrımında, yaşamanın biricik gerçeği değil midir yineleme? Ertelenen her süreç yaralayıcı ve tüketicidir.

Hiçbir şeyin sürekli olmadığını, dönüşümler içerdiğini bilmek ruhun ilacıdır.

Ne denli itiraz edilire edilsin, yaşamadıklarınızı yaşatamazsınız… onun içindir ki şimdilerde yaşa(ya)madıklarımızı salt tartışmakla meşgulüz!

Demokrasiyi konuşarak tükettik; operasyon masasında artık demokrasi yok. Atatürk, Cumhuriyet ve onlardan geriye kalanlar var… Ulusal bayramlar ve büyük Atatürk’ün ölüm yıldönümlerinde Cumhuriyetin kazanımlarını ve geleceğe ilişkin dönüşümlerini konuşurduk. Şimdi; Halkının o büyük insana sunduğu Atatürk’ten “özellikle” ayrı yazılan!.. Mustafa Kemal’i ve onun özel yaşamını konuşuyoruz ancak… Gelecek ise tutsak!

İş Bankası hisselerine gerekçelenerek CHP’nin üzerine gidilmesi, sadece bir partiyle sınırlı olmayan sonuçlar yaratacak çok vahim bir adım olmuyor mu? Farklı zamanlarda benzeri hamlelerin yargıya taşınması sonucunda verilen her karar; Atatürk’ün bu topraklarda ne denli kök saldığının, sökülüp atılamayacağının yalın bir ifadesi olmuyor mu? Bu kin, bu nefret nereye hizmet etmektedir?.. “Atatürk’ü saymanın, sevmenin, onun inançlarına  ve Devrimlerine  sahip çıkmanın yalnız gösterişli törenlerle, söylemlerle, heykellerini dikmekle olamayacağına” vurgu yapan ünlü Medeni Hukuk Profesörü  Dr. İsmet Sungurbey ;

Anayasa Mahkemesinin 1963 tarihli kararına ilişkin mütalaasında; “Kişiye sıkı sıkı bağlı olan VASİYETNAME DÜZENLEME HAKKINA sadık kalarak, yasal gereklilikleri taşıyan bu vasiyetnamenin kişinin şahsı tarafından değiştirilmedikçe birebir uygulamasının hukuken zaruri olduğu” na vurgu yapıp,

“Atasının kutsal VASİYETİNİ çiğnenmekten kurtarmak, bu ulusun boynunun borcudur… Buna aykırı bir müdahale, ZORALIMDIR. Servetin sadece yasa hükmü ile el değişmesi, bu bakımdan Keyfi, Hukukun temel kurallarına aykırı, sakat bir işlemdir. Ölen kimsenin iradesine aykırı bir tasarrufta bulunulamaz.” Diye hüküm kurarken söz konusu durumun Temel bir Hak olduğunun altını özenle çizip. Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği! içinde olanları işaretliyordu.

Bilirsiniz Zamanın Ruhu diye ifade bulan bir kavram vardır. Belli olgularla tanımlanan… İşte biz, böylesi tariflenen,  ruhu olmayan bir zaman diliminin dar ve karanlık dehlizlerinden geçiyoruz birbirimizle kavgalı!.. Nereye gittiğimiz konusunda açıklama olmasa da, istikamet belirleyicilerin işaret ettikleri belli tarihler var. Ruhu olan zamanlarımızın bizi birbirine kenetlediği önemli günlere denk gelen tarihler gibi… o çok ereklenen 2023’ün hedefinde belli ki 1923’ün rövanşı var.

Peki o hedefin içeriği nedir? Bunu sadece proje erbabı biliyor! Ziyadesiyle gizemli değil mi? Monarşi özlemlerinin “ileri demokrasi” yutturmacasıyla yol aldığı, Söylemleriyle eylemleri arasında mesafenin çok derin olduğu, dipsiz bir kuyu gibi. Meşhur filozof ve düşün adamı nam-ı diğer Sakallı Celal’in ifade ettiği gibi; “Türkiye durmaksızın Doğuya giden bir gemidir,  bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak Batıya gittiklerini sanırlar.”  misali durmak yok yola devam denilerek, bir yol tutturmuş tam gaz gidiyoruz. Demokrasiye gitmediğimiz hepimizin malumu.

Birlikteliğimizi pekiştiren değerler ve kavramlar bir bir ya yıkıntılar arasında yok ediliyor ya da özünden kopartılıp, farklı içeriklerle yabancılaştırılıyor.

Üstelik, çok basit gerekçeler üreterek, çok önemli sonuçlar doğuran gelişmelere kapı aralanıyor.