“Ateş düştüğü yeri yakar” bu doğruysa biliniz ki Karadeniz yangın yeri!
Geldiğimiz nokta şudur: artık Karadeniz’de neredeyse her evde bir kanser vakası yaşanmaktadır. Ve biz bu durumu o kadar kanıksadık ki bir grip vakasını duyurur gibi tanımlamaya başladık.
Ne diyelim bu belalı sonuca?
Kader deyip geçelim mi?
Çernobil bir kader miydi?
Yoksa ihmalin ve çürümüş bir teknolojinin patlaması mı?
Radyasyon etkisinde kalan Türkiye’nin, özelde Karadeniz’in ürünleri zehirlendi. Lahana, mısır, çay ve diğerleri...
Radyasyon zehirlemesine karşı neler yapıldı?
Buraya dönük verebileceğimiz bir cevap var mı?
Var da, ben mi anımsamıyorum?
Hayır, hayır anımsadığım bir şey var: Dönemin Tarım Bakanı’nın “Türk çayı tertemizdir, çekinmeyin için.” derken konuya ne kadar Fransız kaldığını anımsıyorum. Nasılsa bizim ironik bir gerçeğimiz var: “Bize bir şey olmaz.”
Tabii ki buradan ders almayacaktık,  zira 21. Yüzyıla girerken artık ne yediğimizi, ne içtiğimizi ve ne soluduğumuzu bilemez olduk. Zira Türk halkı kimyasalların kuşatmasında naylon bir hayatın kısır döngüsünü yaşıyor. Plastikleşen hayatımız, çaresizce onkoloji hastanelerin yükselişini izliyor.
Suyumuzdan balımıza, ıspanağımızdan balığımıza doğasını bozmadığımız bir şey kalmadı. Korunabilene aşk olsun. Bu şartlarda kanserin atağa kalkmaması mümkün mü? Bu kuşatma karşısında, zaten zayıf olan direnç alanlarımız bir bir yıkılıp geçiliyor.
Yaşadıklarımız bize o soruyu tekrar sorduruyor, Karadeniz halkının yaşadığı bu süreç bir kader mi?

***

Kader bellediğimiz o yangın bizim ocağımıza da düştü, sevgili dostum güzel insan Ahmet Cinemre sergilediği direnişi daha fazla sürdüremedi ve aramızdan ayrıldı.
Bizim ocağımız bir eğitim dünyasıdır ve o bizim dünyamızın gülün yüzü, durağanlık bilmeyen canlılığı idi. Hareket, fedakârlık, gülümseme ve tabi ki acelecilik... Yine çok acele ettin be Ahmet Cinemre! Yokluğunu derinden hissediyoruz.

O kendine her bakımdan güveniyordu, bu özgüveni O’na zaman zaman öbür dünya bağlamında da değerlendirmeler yaptırırdı. Buraya unutulmayacak bir anımızı alıyorum. Bize “Öbür dünya yolculuğunda da kendime güveniyorum, en kıt puanlama da bile en az 5 alabileceğimi düşünüyorum.” diye söylerdi. (Tabii 10 üzerinden) O, ahireti düşünen ve o gerçeğe espri ile yaklaşabilen ender bir insandı.
Biz de aynı şekilde karşılık veriyoruz, “Ey güzel insan; biz de sana güveniyoruz, biliyoruz ki sen sora sora da olsa cenneti bulursun.”
Peki, yangın ne olacak?
Daha uzun süre yanacağız sanırım...
Aslında çözüm var: Aklın ve bilimin yönlendirmesine açık olmak, koruyucu hamleleri öncelemek, doğala ve yerliye dönüş teslimiyetçiliğimizin önüne geçmeli... Daha da geç olmadan.